Basının Hali
Üniversitede yeni yönetim, üniversiteyi çağdaşlaştırmaya karar vermişti. Böyle bir karar veren her yönetimin ilk aklına gelen şey, bu imparatorluk bakiyesinde, bilindiği gibi, çağdaşlaşmanın önündeki biricik engel olan biçimsiz insanları düzeltmek olur. Üniversitede de farklı olmadı. Mevcut akademik kadroyla çağdaşlaşmak pek de mümkün görünmediğinden, şöyle üniversiteyi çağdaşlaştıracak insanları yükseltmek, gerisini de hak ettikleri —hatta hak bile etmedikleri halde daha önceki çağdaşlaşmayı iplemeyen yönetimlerin zaafı sayesinde yükselmiş oldukları— pozisyonlarda dondurmak elzem görünüyordu.
Kolları sıvadılar ve bir akademik terfi yönetmeliği hazırlamaya başladılar. Benden de yardım istediler. Edemeyeceğimi söyledim. Aylarca uğraşıp, şöyle çağdaş bir üniversiteye yaraşır çağdaş bir yönetmelik hazırladılar. “Tamam, hazırlık safhasında yardım etmedin ama hiç değilse şimdi bir değerlendir” dediler. Yapmayacağımı söyledim ama ısrarlara karşılık bir fikir vermekten de kendimi alamadım. Mevcut profesörleri hazırladıkları yönetmeliğe göre ölçmelerini teklif ettim. Eh, bir cetvel hazırlamışlardı ve bu cetvelin neyi ölçtüğünü test edebilirlerdi. Eğer cetvel, cetveli hazırlayanların çoğunluğunun en uzun olduğuna inandıkları kişileri uzun, en kısa olduğuna inandıkları kişileri kısa gösteriyorsa, hiç değilse kendilerini rahat hissedebilirlerdi.
Teklifim basit bir sağlama teklifiydi (ama bir lafı ederken bile en basit sağlamaların yapılmadığı aziz yurdumda az iş de sayılmazdı yani). Ve benim bile beklemediğim bir netice çıktı ortaya. Herkesin en aşağılık bulduğu kişi, en uzun çıktı. (Tahmin ettiğiniz gibi olmadı. Yönetmeliği yine de uygulamaya koydular. Eh, çağdaşlaşma için ne gerekiyorsa katlanılmalıydı zaten.)
***
Ölçülemeyecek şeyleri ölçmeye karşıyım. Akademik yeterlilik, basın hürriyeti, şehirlerin yaşanabilirliği, eğitim kalitesi filan gibi şeylerin ölçülemez şeyler kategorisinde yer aldığını düşünüyorum. Ölçme hususundaki tutumumun bir yığın dayanağı var, yeri geldikçe dile getirmeye çalışırım. Şimdilik demek istediğim şey şu: Ölçülemeyecek şeyleri ölçmeye kalkan bir cetvel bile, mutlak anlamda bir şey söylemese de, izafi olarak bazı ipuçları sağlayabilir. Akademik personelin hangisinin terfi etmeye uygun olduğunu ölçemezsiniz ama hangi şahsın başka kimlere yakın, kimlere uzak olduğu hakkında bir fikir edinebilirsiniz.
Freedom House tarafından yapılan basın hürriyeti ölçümü de —bana göre— mutlak anlamda bir şey söylemez. Basın hürriyetinin boyunun ölçüsünü vermez. Ama sıralamada kimlere yakın, kimlere uzak olduğumuz bilgisi, kısmen de olsa işe yarar bir bilgi olarak görülebilir.
Listeyi gördünüz mü bilmiyorum, Meksika, Zambia, Ekvador, Ermenistan, Güney Sudan, Libya, Ukrayna, Madagaskar filan gibi ülkelerle yan yanayız. Peru, Brezilya, Yunanistan, Gürcistan, Bosna, Arjantin gibi —skoru pek de övünülecek seviyede olmayan— birçok ülkenin çok gerisindeyiz. Listenin ilk sıralarını paylaşan Hollanda, Norveç ve İsveç’i geçelim, basınımız kendisine benzese hepimizin mutlu olacağı ülkelerin hemen hepsine yıldızlar kadar uzağız.
***
Bitirmeden…
Freedom House adlı kuruluşun güvenilirliğinden, dostluğu/düşmanlığından, niyetinden filan söz etmiyorum. Metodolojisinin geçerliliğinden de… Bütün bu lafları edenler —bence— memleketteki basın hürriyeti hakkında veya Freedom House hakkında değil, kendileri, kendi dünya tasavvurları hakkında konuşmuş oluyorlar. Kendileri hakkında da pek hoşa gidecek şeyler söylemiş olmuyorlar.