Başka Türlü Bir Demokrasi Derken…
Demokrasi —uyguladığımız biçimleriyle— aşındı, bize yenisi lazım derken…
Aklıma mesela İsviçre geliyor. İlk aklınıza gelen sebeple, yani temsili demokrasi yerine doğrudan katılım imkânı sağlayan referandumlar yüzünden değil. Aslında politikanın bir biçimde temsili kalması gerektiğini hissediyorum, bilmem artık öyle bir iklimde altmış yıl solumuş olmaktan mı kaynaklanıyor. Elbette temsil mekanizmaları türlü çeşitli ve her birinin muhtelif aksaklıkları var. (Bunu söylerken de “Aysun Kayacı’nın oyu ile benimki neden aynı” filan diyor değilim, karıştırmayalım.) Ama gözümüze aksaklık olarak görünebilecek, Platonik temsil mekanizmasından sapma olan haller her halükarda olacak.
İsviçre ve demokrasi lafları aynı cümlenin içinde geçtiğinde, aklımıza ilk anda, bir tür doğrudan demokrasi mekanizması olarak referandum, daha doğrusu İsviçre’de referandumların bir tür karar mekanizması olarak sıklıkla kullanılması geliyor. Benim aklıma da hep öyle gelirdi. Ama sık sık gönderme yaptığım Antifragility’de NNT, İsviçre demokrasisinin tarihini, derdini anlatmak için bir misal olarak, uzun uzun açıklamış. Orada öğrendim İsviçre’de demokrasinin ne kadar mahalli olduğunu.
Antifragility’i okumadan önce de, belki bir on yıldır, “geleceğin politik birimi olarak şehirlerin önemi artacak” diye özetlenebilecek iddialarda bulunuyordum. Aslında zaten artıyor. Bu artışın çok daha görünür hale geleceğini, bunun da uzun süre almayacağını tahmin ediyorum. Trumplar, Putinler, Erdoğanlar, bu süreyi kısaltıyor da olabilirler. Sadece bir misal olsun diye söylüyorum, mesela yarın İzmirliler, “e valla Erdoğan sahiden de çok hoş adam ama biz almasak, bize dokunuyor, onu başkan mı yaparsınız, sultan mı, siz bilirsiniz” kıvamına gelebilirler. Zaten geldiklerini düşünüyorum da, bu kadar uzun bir cümleyi kuracak takatleri olduğundan şüpheliyim, o yüzden “sadece bir misal” diye vurguluyorum. Brexit referandumundan sonra Londra’da Lexit (Londra Britanya’dan ayrılsın) diyenlerin hemen belirivermesi, daha önce de işaret etmiştim, bence yaşadığımız dönemin ruh halini yansıtması açısından manidar.
Londra Britanya’dan, İzmir Türkiye’den ayrılmayacak. Ama İzmir’e dair hususların çok daha büyük bölümü İzmir’de kararlaştırılacak. “Daha küçük ölçekte aynı saçmalık” gibi görünebilir ama bence iki sebeple öyle değil.
Birincisi, NNT’nin de işaret ettiği gibi, kararlar yerelleştikçe zihinsel ve duygusal katılım artıyor. Çoğu çoban olan İsviçreliler, mankenlerinden ve nadide eğitim almış entelektüellerinden pekâlâ daha iyi bildikleri konularda olaya müdahil olabiliyorlar. Politika afaki meselelerle uğraşan, İsviçre’yi bir dünya devi yapma projeleri imal etmek zorunda olan bir süreç olmaktan çıkıyor, güne dair, hayata dair bir şey, yani tam da olması gerektiği gibi bir şey oluyor.
İkincisi… Birkaç gün önce dedim, Erdoğan birilerinin başka birilerini dövmek için kullandığı bir sopa. O başka birileri zaten sizin erişemeyeceğiniz yerlerde yoğunlaşmışsa, sizin Lozan hakkında ne düşüneceğinizi tayin edemeyecekleri de aşikâr hale gelmişse, Lozan’ın bir zafer mi yoksa bir hezimet mi olduğu konusunda saatlerce mesai yapma ihtiyacı da ortadan kalkar. Erdoğangillere olan ihtiyaç da… Mesela İzmirliler Erdoğansız ve dolayısıyla Erdoğan’a düşmanlık filan etmeden efendi gibi yaşayabilirlerse, Afyonlular için de Erdoğan muadili enstrümanlara ihtiyaç kalmaz.
Yani, sadece mahallileşme bile, demokrasinin mevcut aşınmışlıklarından birçoğuna, tek başına çare üretebilir. Üretilmesine zemin oluşturabilir, diyelim. Çünkü yüz yıl öncesine göre çok daha karmaşıklaşmış olan toplumlar için daha ince ayarlı bir demokrasi sağlar. İnce ayar da mühim yani, dudak bükmeyin.
Demokrasi anlayışımızı şartlara uyduralım derken, “mahallileşsin kâfi” diyor da değilim ama. Başka birçok şey de yapılabilir ve muhtemelen yapılacak. Bu tür işler, bir yerlerde benim gibilerin “şöylesi daha yakışıklı olacakmış gibi görünüyor” demesiyle olmaz. Her mevcut yapının bir “inertia”sı vardır, yapılar direnir. Direndikçe daha ağır problem kaynağı haline gelir —mesela Trumplar üretir. Mevcut yapıya Platonik alternatifler üretenler olur. Dövüşülür, kimi zaman kıyasıya, kafa göz yarmacasına… Sonra mümkün olan, zamanın ruhuna uygun olan inşa edilir, hayata geçer.
Şimdi de böyle bir süreçteyiz. Trumplar, mevcut yapının sürdürülemez olduğunu, en anlamayana bile anlatacak vakalar. Mesele Trumplarda değil. Mesele, Trumpları görünce “hah ben dediydim zaten, eski güzel alışkanlıklarımızı terk ettik, daha neler gelecek başımıza” deyip zihinsel konforunu tahkim etmekten gayrı hiçbir halta yaramayan diğerlerinde…