Benzerlik, Farklılık
Tanıdığım tiyatrocuların çoğu, tam birer sokak çocuğu. Tiyatro bu, adı üstünde, iki kalas bir heves. Tiyatrocular, tiyatroyu andıran, öngörülebilir, yukarıdan aşağıya tasarlanmış bir dünyada mutlu olabilecek insanlar değil. Hayatı tiyatrolaştırma iddiaları olduğunu zannetmiyorum. Yine de, konuşmaya başladığınızda, eğer ortada bir yönetmen yoksa düzenin de zuhur etmeyeceğini varsayarak konuştuklarını görüyorsunuz.
Çok farklı nesillerden, çok tiyatrocu tanıyorum. Meselem tiyatroyla veya tiyatrocularla değil. Zaten onlar gibi konuşmak, onların varsayımlarını paylaşmak için tiyatrocu olmak lazım gelmiyor. Tanıdığım az sayıdaki futbolcu eskisi de, konuşmaya başladıklarında, benzer kiplerle konuşuyor.
***
Nietzsche Deccal’da, Hıristiyan kutsal metinlerini analiz edip, “kutsal metinleri böyle pısırıklık telkin eden bir medeniyetten, dünyanın gerektirdiği cesaret ve iddia zuhur etmez” neticesine varır. Ama gerçeklik Nietzsche’nin olmasını beklediği gibi değil. Avrupalılar hem Hıristiyan kalıp (hatta zaferlerini Hıristiyanlığın zaferi olarak görüp) hem de Hıristiyan kutsal metinlerini iplememenin bir yolunu buldular.
Bu işler hep böyle olur.
Dolayısıyla, bir yandan tiyatroya övgüler düzüp, bir yandan futbol gibi bir dünya özlemek veya kurmak hiç de tuhaf olmaz. Öyle olsaydı, ben de modernliğin kutsal metinlerini, Platon’u, Parmenides’i filan umursamayabilirdim. Hatta, futbola benzeyen bir dünyanın yol açacağı muhtelif sıkıntıları dengeleyecek bir teorik arkaplan olarak modernliğin kavramlaştırmalarının hayatta kalması için gönüllü de olabilirdim.
Öyle olmuyor.
Yerküreyi Platonikleştiremeyen modernler, sosyal âlemi Platonikleştirmek konusunda muazzam bir şehvet duyuyor. Dünya direniyor. Direnmeyi sürdüreceğini tahmin ediyorum. Ama…
***
Dünya nasıl direniyor? Dünyanın dokusu sayesinde…
Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında sınırlı sayıda döllenmiş yumurta bölünerek çok sayıda fetüs üretilir. Huxley, öngördüğü türden bir toplumun imalatı için, genetik olarak birbirinin kopyası olan fetüslere ihtiyaç olduğunu hissetmiş gibidir. Çeşitliliği azaltmadan tekrarlanabilirliği sağlamak mümkün değil yani.
Dünya çeşitlilik üretiyor. Mütemadiyen üretiyor. İyi ki üretiyor. Ama –daha önce demiş olmalıyım– insan beyninin sol yarısı, çeşitliliği görmezden gelmekte mahir. Karşılaştığı her yeni şeyi, bildik şeylere benzeterek iş görüyor. Beynin sağ yarısı ise tam aksi. Karşılaştığı en aşina şeye bile “bu yeni bir şey” diye yaklaşıyor.
Benzerlerin arasındaki fark da, farklılıkların arasındaki benzerlik de bilgi üretir. Ama kendinize bir bakın, tahmin ediyorum ki, farklılıkların arasındaki benzerlikleri teşhis ettiğinizde içiniz huzura kavuşuyor. Benzerlerin arasındaki farklılıkları görmezden gelemediğinizde ise içiniz sıkışıyor. Bana öyle görünüyor. Eğer haklıysam, sadece kendinize yazık etmekle kalmıyorsunuz.