Bingöl ve Alatlı

Yavuz Bingöl’ün Erdoğan’ın şahsında bir düşman görmemeye hakkı var mı? Elcevap: Var. Kendince teşhis ettiği ve önemsediği problemlerin çözümü için diyalog kavramını iğdiş edercesine tekrarlamaya hakkı var mı? Elcevap: Var. Erdoğan’la da diyalog kurmaya hevesli olmaya hakkı var mı? Elcevap: Var. Diyalog kurmaya hevesli olduğu adamla empati yapmaya ihtiyaç duyabilir mi? Elcevap: Duyabilir.

İyi ama, “onun da ölmüş annesine küfrettiler” diye, çocuğunu kaybetmiş bir anneyi mitingde yuhalatmasına açıklama getirmeye çalışmak biraz fazla oluyor.

Öncelikle şunu söyleyeyim, içimde kalmasın: O mitingdeki on binler, tam da Erdoğan onların yuhalamasını talep ettiğinde bu suça iştirak etmeyebilirlerdi. Etmeselerdi, kendisini dinlemeye gittikleri adama da —ve elbette bu ülkeye de— büyük bir hizmette bulunmuş olacaklardı. Suçun büyüğü onlardadır bana göre. Ateşlerde yanacaklar. Belki de yanıyorlardır, kim bilir?

Bingöl’ün bize bakış açısı niyetine kazıklamaya çalıştığı açıklamaya gelirsek… Birileri de benim anama küfrediyor mesela. Diyelim ki Eskişehirli birileri… Benim de çıkıp bütün Eskişehirliler veya Eskişehir’e sempati duyduğunu zannettiğim kişiler hakkında ileri geri konuşmaya hakkım var mı? Birincisi bu. İkincisi, elbette daha basit: Yahu senin annene küfredenler ile senin elindeki güç aynı mı? Böyle asimetrik bir oyunu oynayabilecek vasıfların yoksa, o koltuklarda işin ne? Bırak koltuğu, in sokaklara, annene küfredene küfret. Ödeşin. Ama bizi bu rezilliğe alet etmeyin.

(Bingöl başka sebeple de haksız. Tunalı Hilmi’de oturuyorum. Gezi eylemlerinin Ankara’da sahnelendiği yerde yani. Evet eylemlerin dördüncü veya beşinci gecesi, Erdoğan’ın anasına, karısına, kızına küfredildi. Ertesi sabah sokağa çıktığımda, kaldırımlara yazılanları görünce tiksindim. Ve fakaaat… O gece kaldırımlardaki iğrençliklerin üstü boyandı. Yani mesela Erdoğan’ın anasına bir küfür mü vardı, Erdoğan’ın adı filan bırakıldı, ama bütün iğrenç ifadeler boyandı. Yani Erdoğan’ın anasına küfretmekle itham edilen kalabalığın içindeki pek çok kişi bu pisliğe iştirak etmedikleri gibi, aksine, o pisiği temizlemeyi iş edindiler. Ama Erdoğan’ın kapısındaki çanaktan karınlarını doyuranlar, o eylemlerde yer alan herkese, ayrım gözetmeden havladılar, havlıyorlar. Nokta.)

***

Bingöl bu kadarını hak ediyor muydu, bilemedim. Alatlı’ya gelirsek…

Ben Alatlı’nın ettiği lafı, Ekşi Sözlük’te gezinirken öğrendim. Bir hayli gecikmeli olarak yani. Ve Ekşi Sözlük’te Alev Alatlı maddesinde, cuthbertalgood gibi tuhaf bir nickle girilmiş girdide şöyle bir Alatlı tarifiyle karşılaştım:

zarların hileli olduğunu es geçip, tavla stratejileri anlatıyor. tüm çabası, bizi göremediğimiz bir şeyleri gördüğüne ikna etmek üzerine. elitizm ve “halka inmek” arasında var olduğunu öne sürdüğü çizgiyi çember yapıp tüm itirazlarımızı içine hapsetti. o alanda bir optimum nokta bulmuş, yerini de kimseye söylemiyor. o nokta öyle bir yerde ki, her argümanımız onunkinden saçma, her davranışımız üsttenci ve kibirli kalıyor; ne yaparsak yapalım hep ondan daha cahil ve aptal kalacağız, ama o da halka hep bizden yakın olacak. bulunduğu noktayı bir türlü yakalayamıyoruz, schrödingerin alevi, kuantum yosması. utanmazlığı yüzüne vurulduğunda gözlerini kısıp uzaklara bakarak derin derin iç çekiyor, kim bilir hangi geçmiş tecrübesinden bihaberiz de bu kadar saçmalıyoruz? tutarsızlığı ispatlandığında kerameti kendinden menkul bir haklılıkla “böyle olmaz çocuklar!” diye azarlıyor “kimse size öğretmedi mi böyle olmayacağını?!” … sürekli bir şeyleri yanlış yaptığımızı, yanlış yöne gittiğimizi, bu yüzden başarısız olduğumuzu bildiriyor, sanki muvaffakiyetimiz umurundaymış gibi. oysa biliyoruz, ne yöne gidersek gidelim, eninde sonunda onun kurduğu çemberin çeperine toslayacağız.

Bence Alatlı hakkında kâfidir. Ama bir şeyler ilave etmek istersem, şunları söyleyebilirim: Benim uzaktan macerasına şahit olduğum Alatlı, hasbelkader yeni bir şey öğrendiğinde âlemin sırrını ele geçirmiş olduğu zannına kapılan bir garip kadın. Onun o öğrendiğini siz eğer daha önceden biliyorduysanız, onun bildiği gibi bilememişsiniz. O her öğrendiğini tam bilinmesi gerektiği biçimde öğrenmiş ve zaten eksik değilken tamamlanmış. Onun bildiği bilinmeli yani, bilmediğinin ise işin aslıyla bir alakası yok. Onun bilmediği bilinmese de olur. Hatta bilinmese daha iyi olur. Filan.

Dolayısıyla onun ve ettiği lafın hakkında fazla lafa lüzum yok. Ama Ekşi Sözlük’teki girdilerin bakış açıları hakkında konuşulabilir.

Alatlı’yı müdafaa edenler, eleştiren çoğunluğa, “ergenler siz ne bilirsiniz, koskoca aydın hakkında nasıl ahkam kesersiniz”den başka laf edebilmiş değiller. Ve anlaşılıyor ki, alıntıladığım girdiyi yazan kişi haklı. Alatlı birilerini, kendisinin âlemin sırrına ermiş olduğuna inandırmış. Ama o birilerine âlemin sırrını anlatmamış, öğretmemiş. Eğer öğretmiş olsaymış, elbette “siz susun Alatlı konuşsun”dan başka, daha muhtevalı itirazlar da duyabilirdik, diğerlerine ergen diyerek üstten bakan bu zavallılardan.

Öte yandan Alatlı’ya giydirenlerin önemli bir bölümü de, mesela kadının “ben dindarım” dediği bir mülakatından alıntı yaparak bu işi yapıyor. Yani kadını müdafaa etmenin biricik silahı “o bir aydın” demek iken, kadına saldırmanın ise muhtelif silahları var: Erdoğan’a nasıl iltifat eder, zaten “dindarım” da demiş, zamanında Zaman’da yazmıştı, şimdi de Yeni Şafak’ta yazıyor, filan.

***

Ben gençken bu memlekette hayat zordu. Ama galiba hiçbir vakit şimdiki kadar müşkül olmamıştı. Gençlere içim yanıyor.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin