Bir Avrasyacılık Hikâyesi
Erdoğan bugün Putin ile görüşecek. İyi bir şey mi? Bence şüphesiz öyle. Ama mesele sadece Türkiye ve Rusya’nın tepesindeki iki adamın görüşmesinden ibaret değil. Hatta sadece manasız bir biçimde kırılmış vazonun tamir edilmesi çabasından ibaret de değil, hepimiz biliyoruz.
Zaten Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı, yaptığı herhangi bir şey sadece yapılan şeyden ibaret değil. Hiç olmadı. Her seçim bir ölüm kalım savaşı, her zirve dünya nizamının tesisinde bir kilometre taşı, her inşaat dünya devlerinin şimşeklerini çeken en dev proje filan oldu. Nihayet Rus Devlet Başkanına bir mektup ulaştırması da Hollywood senaryosu kıvamında bir hikâye oldu (http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/murat-yetkin_575/turk-rus-krizini-bitiren-gizli-diplomasinin-oykusu_40185705).
Hayatı âleme İslam öğretmekle, İslam’ı dünyada hâkim kılma iddiasıyla geçmiş olan Erdoğan –meydanlarda elinde salladığı kitabın bütün imalarının tersine– hiçbir şeyi aşırılığa kaçmadan yapmadı, yapamadı. Normal şartlar altında, dünyanın herhangi bir devlet başkanı bir diğerine mektup yazması lazımsa yazar, öyle iş adamlarından, başka devlet başkanlarından aracılar filan lazım gelmez. Lazım geliyorsa, yerli yersiz –mesela mitinglerden önce gösterişle okuttuğunuz– o kitaba uygun işler işlemediğinizi söyleyebilirim.
Ben öyle biliyorum da, elbette alnı secdeden kalkmayanlar herhalde daha iyi biliyordur. Dolayısıyla işin o yanını Erdoğan’ın şeyinin kılı olmaya pek teşne olanlara bırakalım. Ama eğer Putin’e bir mektup ulaştırmak için Çağlar’ı, Nazarbayev’i filan seferber etmek lazım geliyorsa, işler bu hale getirildiyse, bunu böyle kahramanlık hikâyesi kıvamına getirmenin aksine, utanmak gerekir.
Erdoğan’ın utanmayı bilmediğini biliyoruz çoktandır. Herhangi bir insanın utanacağı hallerden kahramanlık hikâyeleri çıkarmasına alıştık –bu kadar ödlek ve vasıfsız birinden de başka türlü kahraman imal edilemez zaten. Neticede her şeyi aşırılaştırmak zaruret bir nevi. Bugünkü görüşme de hiç istisna değil. En hafifinden Türk-Rus ilişkilerini rayına oturtma misyonu yükleniyor.
En ağırından?
Görünen o ki, Erdoğan ve şeyinin kılları, Türkiye’nin dış politika aksını değiştirmek filan gibi iddialara sahipler. Avrasyacılıkları geldi beylerin. Hep öyle olur. Daha önce defalarca dediğim gibi, rutini yürütmeyi beceremeyen beceriksiz ve vasıfsızlar ordusu, başarılamaması yadırganmayacak devasa projelere soyunurlar.
Avrasya deyince…
Cengiz Çandar, yıllar önce, “bu coğrafya Rusya, İran ve Türkiye’ye dar” mealinde bir tahlil yapmıştı. “İkiye bir kalmamak lazım” neticesi çıkarmıştı. Çandar’ı makbul biri olarak görmüyorum ama söylediği şeyin tarihsel ve demografik bir arkaplanı var. Bu bölgede Rusya diye bir aktörün zuhur etmesi, Osmanlı-İran geriliminin iki tarafın enerjisini tüketmesi sayesinde mümkün oldu. Sonraki yüzyıllar boyunca da üç aktör hiçbir vakit aynı tarafta yer almadı.
Zaten alamaz. Rusya’nın ve İran’ın kontrolünde geniş Türk nüfuslar var. Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte davranması durumunda kolaylıkla Türkiye’ye meyledebilecek yığınlar. Bu yüzden, Türkiye’nin Rusya ve İran’la yakınlaşma çabalarının her biri duvara vurdu. Her birinde masa başında eşitmiş gibi görünen ilişkiler, Türkiye için bağımlılık statüsüne doğru gelişme eğilimi gösterdi.
Eski tüfeklerin romantik dünya tasavvurlarında Rusya, Amerikan şeytanına karşı koyan, dünya işçilerini –demek ki dünyayı– özgürleştirmeye çalışan bir aktör. Benim için hiç öyle olmadı. Şimdi Erdoğan’ı kucağına oturtan ve memleketi çok acıklı bir Avrasyacılık macerasına sürükleyen Perinçek için de öyle değildi, sosyal emperyalistti en azından.
Perinçek meczubunu saymazsak, kalan herkes fikir değiştirebilir. (Perinçek neden değiştiremez? Çünkü zaten bir fikri yok, hiç olmadı. O bir proje adamı.) Yani fikir değiştirilmesine itirazım yok. Türkiye, gerçekçi bir politikanın bir parçası olarak dış politika aksını değiştirebiliyor, hak ettiği statüyle yeni bir ilişkiler ağının parçası olabiliyorsa, benim açımdan, prensip olarak bir sıkıntı yok. Hatta bu yeni ağda Rusya ve İran gibi –iç siyasi yapılaşmaları itibariyle– makbul olmayan iki aktörle yan yana olmaya da katlanabilirim –eşit şartlarda olmak kaydıyla. Ama, tarih ve demografi gösteriyor ki, böyle bir ilişkiler ağının inşası öyle kolay iş değil. Ortada Suriye gibi bir kanayan yara varken, hiç kolay değil. Erdoğan ve şeyinin kıllarının, çok daha kolay işleri bile ağızlarına yüzlerine bulaştırmış olan heyetin böyle bir işi becermesi ise hiç mümkün değil.
Dolayısıyla ne olmakta olduğu ve bundan sonra ne olacağı hiç meçhul değil. Rusya ve İran, Erdoğan’ın Türkiye’sini Suriye’den sürdü. Hayatı bayat simitleri ertesi sabah buharda ısıtıp âleme tazeymiş gibi kakalamaktan ibaret zanneden, bunu becermiş olmayı kendi zekâsının göstergesi olarak okuyan –zaten de zekâsının seviyesi bu işlerden belli olan– zat, aklınca, tek başına oturduğu masada, muhtemelen utanılacak hallerden Murat Yetkin’e bir kahramanlık hikâyesi yazdırmış olmayı akıl zanneden Kalın’dan ve briyantinli kafadan aldığı akıllarla, pazarlık edecek. Putin onun yüzüne gülecek. Sözler verecek, taahhütlerde bulunacak. O sırada Rus yetkililer, muhtemelen, ABD ile bir başka masada, Kürdistan projesi üzerinde pazarlık yapıyor olacaklar.
Erdoğan yine bir zafer kazanacak. Türkiye ise onlarca yıl boyunca çıkaramayacağı bir kazık –muhtemelen bugüne kadar yediklerinin en büyüğünü– yiyecek. Ömrümüz varsa bize, “ama Perinçek beni kandırdı, Putin kandırdı” diye ağlaşacak. Şeyinin kılları da bize demokrasi dersi vermeyi, “Yenikapı’ya gelsenize lan, alkışlasanıza lan” demeyi sürdürecek.