Bir Tuhaf Ticaret

Raviyan-ı ahbar şöyle rivayet ve nakılan-ı asar böyle hikâyet ederler ki, eskiden, çok eskiden, Çinliler Türklerin Çin ülkesine gelişigüzel akınlar yapmasına mani olmak ümidiyle bir ticaret anlaşması teklif etmişler. Anlaşmaya göre Çinliler ihtiyaç fazlası prensesleri, porselenleri, ipeklileri ve diğer emtiayı belirli fasılalarla Türklere teslim etmişler. Ticaret dediğin mütekabiliyet gerektirir. Türklerin Çinlilere verebilecekleri, ihtiyaç fazlası yegâne şey at olduğundan, birkaç yıl geçmeden İmparatorun ahırları atla dolup taşmış. Bu defa Türk akınları değilse de atları başa bela olmuşmuş.

Haraç vermenin ne kadar ince, medeni bir yolu, öyle değil mi?

Zamanlar geçtikçe, prensip aynı kalsa da, daha da inceldiğimiz, medenileştiğimiz aşikâr. Şimdilerde mesela ABD yönetimi, ihtiyaç fazlası atlarını, pardon füze rampalarını Türkiye’ye kakalamadan önce Kongre’den izin filan istiyor. Böylelikle kendimizi haraç veren konumda hissetmek bir yana, imtiyazlı bir müttefik gibi filan hissetmemiz bile mümkün yani. Terakkiye bakar mısınız?

Âdet böyle değildi. Önce, mesela Yunanistan’a veya PKK’ya bir takım teçhizat satılıyor, Türkiye’nin yeni tehdidi savuşturmak için ihtiyaç duyacağı teçhizatı talep etmesi için bir gerekçe imal ediliyordu. Bu sefer öyle olmadı. Bilmem artık Türkiye’nin füze kalkanı talep etmesini meşrulaştıracak teçhizatı PKK’ya vermeyi abartılı mı buldular. Yoksa araya kriz, seçim filan girdi de oyunun ilk perdesi için zaman mı kalmadı, doğrudan ikinci perdeye geçtik.

Bence mahzuru yok. 12 milyar dediğin nedir ki, verelim kurtulalım. Pazarlığa filan da lüzum yok. Yani hani ayak sürümeye filan kalkarsak, maazallah bizi mecbur edecek tedbirler gerekebilir ki, nahoş durumlar ortaya çıkacağı kesin. Satın alacağımız teçhizatı kullanmayı gerektirecek bir hal zuhur etmesin, bence ilk perdeyi seyretmesek de olur.

Bana öyle geliyor ki, Çin İmparatoru kadar sağduyulu davranamadığımız çok oldu. Hangarları dolduran helikopterleri, depoları dolduran muhtelif mühimmatı ziyan etmeyelim, raf ömrü dolmadan kullanıverelim hevesine mağlup olduk diye düşünüyorum. Dünya konjonktürü müsait değildi, elin oğluna dayılanma şansımız yoktu. Çaresiz kendi toprağımıza, kendi vatandaşlarımızın üzerine yağdı bombalar.

Bu defa, eğer doğru anlıyorsam, füze kalkanı denen şeyi ziyan etmemeye kalkacak olursak, komşulardan biriyle savaşa filan girmemiz gerekiyor. Bence bırakalım ziyan olsunlar. Satın alalım ve bütün sınırlara en uzak noktası neresiyse aziz vatan toprağının, tam da oraya, kimseyi tehdit etmediği besbelli olacak bir yere yığıp, çürümeye terk edelim.

Bu füze kalkanı ticareti bir başka şekilde de yorumlanabilir ki, onu nasipse Cuma günü konuşalım.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin