Bitirtilmeyen Cümle
Zavallının bir cümlesi varmış, bitirtmiyorlar (https://youtu.be/ZyIT01MJWe0).
Konuşulan mevzu Musul’muş. Musul’u bizden —veya Kürtlerden, fark etmezmiş— çalmışlar. Musul üzerinde hakkımız var mıymış? Konuşulan mevzu bu ve bitirilmeyen cümle, Batı karşısındaki aşağılık kompleksimizle, Batıyı referans almamızla başlıyor. Althusser’in karısını baltayla öldürdüğü, Derrida’nın intihar ettiği, Nietzche’nin akıl hastanesinde öldüğü gibi yalan yanlış iddialarla, seke seke devam etmeye çalışıyor.
“Feridun Sinirlioğlu’na neden ihtiyaç var” filan diye sormayacağım. Althusser, Derrida, Nietzche filan hakkında yalan yanlış saptamalara da girmeyeceğim.
Ve asıl mühimi, “Musul’dan konuşurken bu isimlerin kusurlarına nereden geldik” diye de sormayacağım. Programda, zavallıya cümlesini bitirtmeyenlerin yaptığını yapıp, “iyi ama ne alakası var” demeyeceğim.
Çünkü çok alakası var.
Hatta Musul’un halinin, Türkiye’nin halinin alakalı olduğu biricik mevzu Türkiye’nin aşağılık kompleksleri, kendi referanslarını inşa edememiş olması. Kalan her şey yalan…
…Ve sözlerimde kinaye yok.
Türkiye’nin ana gövdesinde yerleşik algıya göre biz, kendi referanslarımızı terk edip Batılı referansları esas aldığımız için bu hale geldik. Musul’u o yüzden kaybettik, o yüzden Şampiyonlar Ligi finalinde her yıl iki gâvur takımını seyretmeye mecbur kalıyoruz, o yüzden yoksuluz Almanya’da iş aramak zorunda kalıyoruz, o yüzden vize kuyruklarında aşağılanıyoruz, parklarımız o yüzden bakımsız, bizim oğlan o yüzden sınıfta çakıyor, evde o yüzden hır çıkıyor, bakkal bize bayat yumurtayı o yüzden kazıklıyor, şu güzel kız bana o yüzden pas vermiyor, hoca bana o yüzden taktı…
Katılırsınız, katılmazsınız, bilemem. Ama memlekette on milyonlarca kişinin aklına, her gün en az birkaç defa, “biz kendi referanslarımızı terk ettik de ondan” kalıbı düşüyor. Ve videoyu seyrederseniz göreceksiniz ki, kendilerine tamamen alakasız görünen bir yerde bu lafı eden zavallıya, karşısındakiler, (a) önce “ne alakası var” diyorlar, (b) sonra elektrikten melektrikten söz ediyorlar (c) ve nihayet “siz bu lafı Amerika’da etseniz” diyerek… Altın vuruş.
O ana gövdeye dâhil olup programı seyredenler var idiyse… (a) İçlerinden önce şöyle geçti: “Çok alakası var ama siz bilmiyorsunuz.” (b) Sonra şöyle geçti: “Hah, işte tam da bunu kastediyorduk, elektriği buldu diye Batılılar karşısında diz çöküyorsunuz, boynunuza kadar aşağılık kompleksine batmışsınız.” (c) Ve nihayet… “Amerika’da edemeyeceğimiz lafları burada edeceğiz. Burayı tam da Amerika’da edemeyeceğimiz, Amerika’da edilemeyecek lafların edileceği bir bağımsız, başına buyruk ülke haline getireceğiz. Ne yaparsanız yapın, bunu yapacağız.”
Aha işte tam o noktada geliyor “yetiş Reis! Şunlara haddini bildir!”.
***
Türkiye hasta. İmparatorluk kaybettiğinden beri hasta.
Ve Türkiye derken kastettiğim, “bakın ben de ne kadar entelektüelim” diyebilmek, kendisi için “ah ne okumuş adam” dedirtebilmek için bilip bilmediği isimleri arka arkaya sıralayan zavallı ile onun şahsında kendisini temsil eden bir özne bulan yığınlardan ibaret değil. Onun karşısında, aklına önce elektrik filan sonra da “Amerika’da olsaydın” demek gelenler dâhil, bir bütün olarak Türkiye’yi kast ediyorum. Onlara “hay ağzına sağlık” diyenler de dâhil…
Cumhuriyetin yetiştirdiği malzeme bu. Bitmişiz biz.
Memleketin her üç hanesinin ikisinde, tıklım tıklım belediye otobüsleriyle işinden evine dönen adam, gün boyu yaşadığı her biçimsizliği, kendi referanslarımızı terk edip Batılı referansları esas almamızla açıklıyor. “Nedir kendi referanslarımız” desen, sıralayacağı şeylerin tamamı başkalarının hukukuna saygı, haddini bilmek, payına rıza göstermek, terbiyeli olmak filan gibi şeyler olacak. “Ya peki sen öyle davranıyor musun” desen, kem küm edecek, eğer seni güvenilir buluyorsa birkaç cümle sonra öyle davranmadığını itiraf edecek, “ama” diyecek, “hep kendi referanslarımızı terk ettiğimizden…”
Öyle olacak.
Haklı mı olacak? Eh, neresinden tutsan elinde kalır. Saydığı şeyler kendi referansımız değil mesela, medeniyetin ortak referansları. Zaten aynı adam, sıkışınca, “biz adam olmayız, Almanlar savaştan yenik çıkınca en iyilerini öğretmen yapıp” filan diye başlar. Yine medeniyetin ortak bir referansını Almanlaştırır. Almanlaştırdığı, Batılılaştırdığı referansı neden esas almıyoruz diye de çıkışır bize. Filan…
Tutarsızdır yani.
E, başkaları? Mesela ortalama bir Alman veya ortalama bir İtalyan veya Fransız? Farklı mı zannediyorsunuz?
Değil.
Almanya’da, İtalya’da filan farklı olan, ana gövdenin tutarsızlığı değil. Oralarda, ana gövdenin tutarsızlıklarını kaşıyarak siyasi malzeme üretmenin şartları yok, bu bir. İkincisi, o ana gövdenin tutarsızlıklarını kaşıyıp malzeme üretmeye kalkanların karşısındakiler, ana gövde hakkında bu kadar cahil değiller. Dolayısıyla da böyle bir gerçeklikle karşılaştıklarında, “ama Edison” veya “sen bunları Amerika’da edecektin ki” filan dememeleri gerektiğini biliyorlar.
Cumhuriyetin yetiştirdiği malzeme bu. Bir yanda siyaset yapmayı bilmeyen, ana gövdenin tutarsızlıklarını dibine kadar istismar ederek bir ahlaksız iktidarı sürdürmekten gayrı hiçbir kabiliyeti olmayan, “ama ben de neler biliyorum” diyebilmek için her türlü soytarılığı göze almış, bütün iktidarı eline geçirse de kendisini aşağılık hissetmekten kurtulamamış bir çete… Öte yanda, bunca yıl sırtı yerden kalkmadığı halde hâlâ karşısındaki çetenin nereden besleniyor olduğunu bile öğrenemeyen bir cahiller çetesi.
Bitmişiz biz.
***
Tekrar olacak ama bir de şöyle deneyeyim…
“Musul meselesi konuşurken Althusser, Foucault filan nereden çıkıyor, ne alakası var” diye düşünüyorsunuz, öyle değil mi? Kendinize çok da haklı görünüyorsunuz. Neden? Çünkü kendinize ait bir kavram haritanız var ve o haritada şuradan şuraya vize almadan geçilmemeli.
Ben ise diyorum ki…
- Zaten oradan oraya, Musul’dan Derrida’ya geçmek için vize var. Aslında kavram haritasındaki bütün sınırları geçmeye yarayışlı bir nevi Schengen vizesi var. Sadece —anlaşılan o ki— siz bilmiyorsunuz. Ama ne yazık ki, var olan, siz onun varlığından habersiz olduğunuz için yok olmuyor.
- Üstelik “ama Edison” diyerek, “biz şimdi kendi referanslarımızın kaybını konuşuyorduk, Edison nereden çıktı” denebilecek bir duruma düşüyorsunuz. Kendiniz, kendi kavram haritanızda, sınırları vizesiz atlıyorsunuz. Keyfi bir biçimde… Çünkü —anlaşılan o ki— kavram haritasını çiziktirmeyi, sınırları belirlemeyi, kendi çizdiğiniz sınırların sizi sınırlamamasını, istediğiniz gibi oradan oraya zıplamayı kendinize hak görüyorsunuz. Bir tür imtiyaz sahibiydiniz ve o imtiyaz hep sürsün istemeniz, hâlâ sürüyormuş olduğunu zannetmek için kâfiymiş gibi davranıyorsunuz.
Türkiye’deki asıl savaş bu, farkında mısınız, değil misiniz? Kestiremiyorum.
Asıl savaş, kavram haritasının ne olduğu, sınırların aslında nereden geçtiği filan değil, onu kimin çizeceği… Bir imtiyaz savaşı sürdürülüyor. Bunun farkında olarak, “benim imtiyazımdı, vazgeçmem ve ölene kadar da keyfi olarak bu imtiyazımı sürdüreceğim” diyor olabilirsiniz. Bu tutum öyle bir ruh halinde zuhur ediyor olabilir. Aslında bir imtiyaz sahibi olduğunuzun, sınırları sizin çiziyor olduğunuzun farkında bile olmayabilirsiniz. Sizin çizdiğiniz sınırları sizin çizmediğinizi, taşa çizili olduğunu, başka türlüsünün zaten imkân dışı olduğunu zannediyor olabilirsiniz. Tutumunuz bu zandan kaynaklanıyor da olabilir.
Kestiremiyorum.
Ama her halükarda kaybedeceksiniz. Şu zavallının karşısında aklına gele gele Edison ve “bu herif bu lafları Amerika’da etmeliydi ki” gelen zavallılar olarak, sizin kaybetmenizden memnun bile olurum. Size sınırları çizme imtiyazını vermiş olan Cumhuriyetin de…
Lakin biz de kaybedeceğiz.
Bu kompleksli, beceriksiz, basiretsiz, doymayı bilmeyen, mesuliyet üstlenmeyi hiç bilmeyen, cahil ve ahlaksız, yüzlerce yılda birikmiş ne varsa her şeyi ucuz kazançlar uğruna trampa etmekte tereddüt bile göstermeyen bu alçaklar yığını, sizden önce bizim defterimizi dürecek. Öyle görünüyor ki, imtiyazları ellerine geçirdiklerinde, kendi kavram haritalarını bize, “ama bu bizim değil ki, taşa yazılı” diye kakalamak için ne lazımsa yapıyorlar/yapacaklar.
Neyse, anlamayacaksınız, sizi daha fazla meşgul etmeyeyim.
***
Bitirmeden… Alakasız bir mevzu var.
Musul’u bizden mi çaldılar, Kürtlerden mi? “Ha bizden ha Kürtlerden, fark etmez” mi? Etmezse neden etmez? “Ha bizden ha Kürtlerden fark etmez” dendiğine göre, biz, içinde Kürtler olmayan bir özne. Kürtler bizden ayrı bir özne yani. O halde beyefendinin biz dediği özne —artık her kim oluyorsa— Kürtlerden bir yığın yeri çalmış değil mi? Ve o halde, “ha bizden ha Kürtlerden” neden fark etmesin? Senin için fark etmiyor olabilir ama mesela Kürtler için neden fark etmesin? Sen Batılılara karşı, Batılıların zulmüne uğramış bütün özneler adına konuşabilecek gibi hissediyorsan kendini, ne demeye Kürtlerle, Ermenilerle, Rumlarla ve saireyle dövüşüyorsun?
Kimsin sen? Senin biz dediğin kimsiniz?