Biz Utanıyoruz, ya Siz?
Gençtik. Bir kız arkadaşım sevgilisinden gebe kalmıştı. Kendisi de, sevgilisi de henüz öğrenciydiler ve evlenmeleri mümkün değildi. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Kız arkadaşımla bir yerde sohbet ederken, bir asistan arkadaşım geldi. Bizi gördü, masamıza geldi. Canımızın sıkkınlığını fark edince derdimizi sordu. Eveleyip geveledik. Baktı derdimizi anlatmayacağız, “ben,” dedi, “başım derde girince, Peygamber Efendimizin başına benzer şey gelse nasıl davranacağını düşünür, öyle davranırım.” Güldüm. Gülmeme başka bir mana vermesin diye de ekledim: “Bizi kaygılandıran şey Hz. Muhammed’in başına gelemezdi. Şimdi ne yapacağız?”
***
Kardeşlerim iskambil oyunlarında çok mahirdir —bende hiç olmayan bir maharet. Kendileri kadar mahir arkadaşları da var. Onları oyun oynarken seyretmek çok eğlenceli olur. Hem oyun oynama maharetlerini, hem de oyun oynarken birbirlerini fena halde kızdırırken sergiledikleri yaratıcılığı… Yenilene mekânı dar ederler.
Eğer yenilen, kazara, çaresizliğini açıklamaya, “ama bakın, bu elle ne yapsaydım” diye eli yeniden dizmeye filan kalkarsa, “eli o hale getirmeyecektin” diye onu iyice tiye alırlar.
***
Şimdi AKP’li dostlar, “iyi ama Ruslar bizim müttefiklerimizi vuruyorlardı, Rus uçağını düşürmeyip de ne yapacaktık” veya “iyi ama PKK ve PYD Amerika/Rusya oyununun bir parçası, onlarla dövüşmeyip de ne yapacağız” filan türü laf salatalarını servis etmeye başladıklarında, aklıma hep yukarıdaki iki şey geliyor. Bazen anlatıyorum da…
Kardeşlerimin iskambil oyununda —hemen hepsi son derece mahir olduğundan— gerçekten de bazı eller yenilmeye mahkûm olur. Hepsi mahir olduğundan, genellikle de yenilmeye mahkûm olan eller yenilir. Dolayısıyla “eli o hale getirmeyecektin” lafı, birçok durumda, sadece bir espridir.
Ama Türkiye’nin mevcut halinde hiç espri değil. Türkiye’yi bu hale AKP getirdi. Şimdi “iyi ama ne yapsaydık” demeye hiç hakları yok. Gezi’de aklı başında davransalardı, Kabataş yalanları, camide içki palavraları filan imal etmek yerine neler olup bittiğini anlamaya çalışsalardı, telekinezi filan gibi zırvalıklarla orantısız güç kullanımını meşrulaştırdıklarında “a, bu iyiymiş” demeseler, her muhalefeti güç kullanarak bastırmaya tiryaki olmasalardı… Mesela dedim yani.
Mesela… 7 Haziran’da çıkan sandık neticesine saygı gösterseler, HDP ile PKK arasına bir kama sokmaya çalışsalardı… Mesela bölge oyununda Kürtlerle işbirliği yapsalardı, “top benim, her şeyi ben kazanacağım” demek yerine kazançları Kürtlerle üleşmeye razı gelselerdi.
Öncesindeki ve aradaki bir yığın ufak tefek fırsatı saymıyorum. Anladınız siz derdimi.
***
Âlemde pozitif geri bildirim döngüleri var. Mesela nüfus artışı nüfus artış hızını artırır. Bir de negatif geri bildirim döngüleri var. Mesela termostat, sıcaklık istenen derecenin üstüne çıkarsa aşağı, altına düşerse yukarı çeker.
Âlemdeki hemen bütün pozitif geri bildirim döngülerine, en az bir negatif geri bildirim döngüsü eşlik eder. Milletin farklı kesimlerini birbirine düşmanlaştırdıkça sandık performansınızı yükseltirsiniz. Ama memleketin yönetilebilirliği düşer. Çözümü marifet gerektiren problemleri çözmek için kaba güç kullanırsanız, problemin görünürlüğünü azaltabilirsiniz ama can yakıcılığı artar. Birbirinden tamamen farklı görünen alanlardaki göstergeler, yani, bir tek tutumdan zuhur eder.
Yani…
Sizin belirli bir amaçla yaptığınız şeylerin, sizin hiç kastetmediğiniz yan ürünleri olur. O yan ürünler, genellikle, sizin kastettiğiniz ve elde ettiğiniz neticeden daha tayin edici olur.
Dünya böyle.
Siz dünyanın böyle olduğunu bilmeyince, siz cahil olunca, dünya böyle olmaktan vazgeçmez. O yine böyle kalır. Siz kastetmediğiniz neticeler nereden çıktı diye aptal aptal bakınır, olup bitenin sizi devirmek isteyen öznelerin işi olduğu cevabını gönüllü satın alırsınız.
Ama işte kazın ayağı öyle değil.
***
Neticede…
Elbette Ankara’nın göbeğinde bomba yüklü araçlar patlamasın isterim. Elbette Cizre’de sokağa çıkma yasakları ilan edilmesin, Sur sokaklarında hendekler kazılmasın, Kürt gençleri hendeklerde öldürülecek asker gözlemesin de isterim. Elbette Suriye’de Esad gitsin, Suriye daha makul bir sosyal ve siyasi düzene sahip olsun isterim. Suriye’de daha makul düzenin Türkiye’den ihraç edilmesini de isterim ilaveten.
Ama memlekete vaziyet eden budalalardan farklı olarak, bunların söylemekle gerçekleşmeyeceğini de bilirim. Dilemekle, tersini lanetlemekle filan… Bütün bunlar, çok üst düzeyde marifet gerektirir. Eğer karşıda bir oyuncu olmasaydı, oyun sadece tabiata karşı oynanıyor olsaydı bile, tabiat hakkında derin ve kapsayıcı bir bilgiye sahip olmayı gerektirirdi. Sadece bilgi de yetmezdi, nasıl futbol oyunu hakkında derin bir bilgi sahibi olmak, yayın üzerine konan topu barajın üzerinden aşırıp çatala göndermek için kâfi gelmiyorsa…
Üstelik bu defa oyun tabiata karşı da oynanmıyor. Türkiye’de işler yoluna girdiğinde kendi işleri aksayacak çok aktör var dünyada. Elleri de armut toplamıyor. O ülkelere vaziyet edenler, sadece temenniler ve niyetlerle işlerin yolunda gitmeyeceğini biliyorlar da ayrıca.
Sonra da Ankara’nın ta göbeğinde, Devlet mahallesinde, memleketin güvenliğinden mesul olan teşkilatın servis araçlarına… “Alay eder gibi” değil, “alay ederek”… Siz utanmıyorsunuz, anladık. Ama ülkenin bu hale düşmüş olmasından, ülkeyle böyle alay ediliyor olmasından biz utanıyoruz.