Blöf Bile Sayılmaz

Kaygılanacak şey yok, devletimiz kazara AB gibi bir musibetin içine girmeye karar verirse, uygulamaya konmadan önce bize sorulacakmış. Devletin densizliklerine karşı her daim milletin yanında yer alan ulu yüce reis müjdeyi verdi.

***

Yani insanın sahiden nutku tutuluyor.

Diyelim hep birlikte o kadar aptalız. Ortada dolaşan Brexit tartışmalarından istifade, “vay biz de referandum yaparız” filan gibi bir gündem maddesi icat edip milli duygularımızı kaşıyarak hanenize bir şeyler —artık nelerse onlar— yazdırabiliyorsunuz diyelim. Yani o kadar ahmağız. Sen de ortaya laf niyetine bu manasızlığı saldın diyelim.

Eee?

Bu laftan bile sana bir artı yazacak kadar ahmak bir ahaliyle nereye kadar gidebilmeyi ümit ediyorsun? Bu laftan bile medet umacak hale gelmiş senin gibi bir zavallıyla nereye kadar gitmeyi hayal edebiliriz?

Neyin referandumunu yapacaksın? Almadığımız, alamadığımız, görünüşe göre alamayacağımız vize muafiyetini nasıl geri vereceğiz? Türklere vize muafiyetini Türklerden başka isteyen var mı? Vize muafiyetini alabilmiş olsaydık da şimdi vermek için referandum yapıyor olsaydık, bugün bir Türexit referandumu yapılıyor olsaydı, Avrupa başkentlerinde dualar nasıl ediliyor olacaktı? “Aman geri vermesinler” diye mi, “bir iptal etseler” diye mi? On dört yılda ülkeyi getirdiğin yer belli, kimse zaten Türkiye’yi Avrupa’da görmeye pek teşne değildi, şimdi gerekirse kendi koydukları kuralları çiğneyip sokmayacaklar. Neyin cakasını satıyorsun? Kime satıyorsun?

***

Rahmetli Özal zamanında, AB tartışmaları ilk defa yüksek hararete ulaşmışken, “AB kof bir projeden ibaret, lokomotifi uçurumdan aşağı düşmüş bir trenin son vagonlarından birine atlamaya çalışıyoruz” dedim, yazdım. Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. AB’nin istikbali yok. Olamaz mıydı? Olabilirdi. Ama önce manasız bir bürokrasi inşa etme çabaları da gösteriyordu ki, Avrupalılar bu işin hakkından gelemeyecekler. Dişe dokunur, hesaba katılır bir siyasi özne imal edemeyecekler.

AB beni yanıltmadı. Bundan sonra da yanıltacağına dair bir işaret görmüyorum.

Yani… “Aman AB’ye girelim”cilerin yanında olmadım hiç. Hatta “bu işi becerebilecek bile olsanız olupbittiye getirmeyin, nihai kararı vermek için halka gidilsin” dedim. Şimdi de, dolayısıyla “vay Avrupa’ma nasıl böyle dersin” filan diyor değilim. “Dayılanıp durma, Avrupa bize küserse” filan gibi kaygılar taşıyor da değilim. Bütün derdim, elinde beş benzemezle, AB ile koordinatları birbiriyle tamamen alakasız olan İngiltere ve Türkiye arasında —kendinden gayrı kimsenin iplemeyeceği— bir benzerlik kurup manasız blöfler yapmaklar… Daha doğrusu, kaderimizin, bu tür blöflere bel bağlayacak kadar zavallılaşmış bir mahlûkun elinde kalması.

***

“Avrupalılar bizden nefret ediyorlar, dolayısıyla bizim terfi etmemizi istemezler, bu yüzden Macaristan Portekiz’e, İtalya da İrlanda’ya yattı” mazeretini ilk kim icat edecek diye bekliyordum. Brexit blöfünü —herkesin zekâsını kendisininkine eşit zanneden—hangi geri zekâlının sufle ettiğini bilmiyorum ama Avrupa Şampiyonasından elenmemiz hakkında beklediğim sufle, hiç beklemediğim yerden, Oliver Kahn’den geldi. “Conte İstanbul’da Galatasaray’ın Juventus’u yenmesini hiç hazmedemedi, İrlanda’ya yenilerek intikamını aldı” diyerek… Dinleyin şimdi, yüksek irtifalardan “işte biz demiştik, Müslümanız diye bizi aralarında istemiyorlar, aslanlar gibi vuruşan milli takımımıza da kumpas kurdular” gürültülerini…

O onu, bu şunu yenmiş de el şeyiyle gerdeğe girebilmişsin, işi becerememişsin… Ne diyeyim?

Diyelim Emre Mor gibi bir oğlum olsaydı. Ama her nasılsa becermiş, Türkiye’de yetişmiş, bir ihtimal büyük bir yıldız olabileceği duygusunu uyandırmış olsaydı. Bu turnuvadan önce gelip “baba beni Dortmund istiyor, milli takıma da çağırdılar” deseydi. “Dortmund’a git oğlum, milli takım konusunda ise iyi düşün” derdim. Çünkü, eğer gelişim gösterirse, mesela Almanya veya İspanya Milli takımlarında oynamayı hak ederse, oynayacaktır. Ama Türkiye Milli takımında, hak ettiği durumda bile oynaması şüpheli. Konjonktürel. Siz de biliyorsunuz. Çünkü —şimdi gitse bile— sosyal medyada eğlenildiği gibi, daha yüksek ücret ve daha fazla yetkiyle Terim, Galatasaray’dan bir daha sepetlendiğinde, Milli takıma geri dönecektir. Onun seçtiği takımda kimlerin yer alacağı ise az çok belli. Yani nesiller değişiyor da, Terim’in seçtiklerinin hususiyetleri değişmiyor.

İmdi…

Diyelim Emre Mor gibi bir oğlum olsaydı ve ben ona bunları söylemiş olsaydım, birileri de bunu duymuş olsaydı, “vay haine bak” diye hakkımda atıp tutacaklardı. Siz de öyle düşünecektiniz de, bunun kampanyasını başta Erdoğan ve Terim olmak üzere belli şahıslar yürütecekti. Yani memleketin milli meselelerinin tamamını kendi şahıslarının ve çetelerinin ikbali için yağmalayan adamlar bana millilik taslayıp, ahaliyi üzerime kışkırtmaktan imtina etmeyeceklerdi. Milli formayı kulüpçülüğe, milli sermayeyi ona buna, milli olan ne varsa etrafında kefenle dolaşan ahlaksız zibidilere peşkeş çekmiş olanlar, oğluma “bunlar senin hakkın olanı sana vermezler, çünkü sen onlara benzemiyorsun” dediğimde, beni gayrı milli ilan ederek çarmıha gereceklerdi. Bahçeli Mahçeli de koroya katılacak, Ahmet Hakan’ından Şansal Büyüka’sına, Rıdvan Dilmen’ine kadar herkes de yaygarayı büyütmek için elinden geleni yapacaktı.

Severim ben böyle milliliği…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin