Boğaziçi Üniversitesi’nin İşi Ne?
Yazmak istediğim, birbiriyle alakasız bir yığın şey vardı, Boğaziçi Üniversitesinin 2018 yerleştirmeleriyle alakalı bir tweetinin altındaki tweetleri görünce… Her bir şey ehemmiyetini yitirdi. Ne diyeyim?
Twitter hesabım yok. Twitter’ın nasıl çalıştığı hakkında bir fikrim de yok. Benim ekranımda görünen https://twitter.com/UniBogazici/status/1035536575176863745 adresinin altında hep aynı tweetler mi görünüyor, bilmiyorum. Kendimi garantiye almak için, bir bölümünün ekran görüntülerini ekleyeyim.
Gördüğünüz gibi, Boğaziçi Üniversitesi, “en iyi öğrenciler” arasında tercih edilme açısından, kendi rakipsizliğini pekiştirmiş. Tebrik ederiz.
Burak bey de sormuş, “Peki siz dünyada kaçıncı sıradasınız?” diye. Bence son derece haklı bir soru. Boğaziçi’nde okumuş biri hemen durumdan vazife çıkarmış ve üniversitesinin saldırı altında olan itibarını müdafaaya soyunmuş. Boğaziçi’ni nasıl değerlendirmemiz gerektiğini Burak beye “öğretmiş”.
Burak bey kibarca, “kendi alanı” olan müziği misal verip, “müzik alanındaki en iyi bin çocuğun yedi yüz ellisini bana verin, dünya izlesin” demiş. Bence bir defa daha haklı. O kadar “seçkin” bir kesimi bir araya getirirsen, dünya standardında iş çıkartman gerekir ve ben bile yaparım o işi. Burak bey de “ben bile” demiş olmuş.
Sonra?
Boğaziçi’ni öğrencilerine kendine güvenmeyi telkin etmesiyle değerlendirmemiz gerektiğini bize “öğreten” Boğaziçi mezunumuz, Boğaziçi’nde kazandığı anlaşılan o özgüvenle, meseleyi “herkes mühendis veya doktor olmak zorunda değil”e getiriyor. Yani zannetmiş ki, Burak bey “ilk binin birazı da müzik seçseydi” demiş. Bu “derin” kavrayışla da, Türk eğitiminin en büyük sıkıntılarına teşhis koymadan da geçmemiş. E, Boğaziçi mezunu, kolay değil.
Sonrasını izlerseniz, başka “aşırı özgüvenli” Boğaziçi mezunları da topa giriyorlar. Ve “profil” pek değişmiyor.
Bu “profil”i veri olarak alacaksak peşinen belirtmek gerekiyor ki, (a) Boğaziçi ile bir alıp veremediğim yok, aksine, ilk bin öğrencinin 764’ünü alan bir kuruma olsa olsa büyük saygı duyarım, (b) eremediği ete mundar diyecek durumda değilim, çünkü istediğim yere girebilecek, istediği yerde okuyabilecek dereceler yaptım.
İyi de…
“Ben müzik öğretmeniyim, müzik alanındaki en iyi binin 750’si ile dünyaya meydan okurum” diyen birinin “siz de kendi alanınızda dünya standardında bir yere sahip olmalısınız” dediğini anlamayıp, “a evet, en iyi binin bir kısmı da müzik seçseydi” dendiğini zanneden bir mezun vermesini ne yapacağız? Ne kadar acıklı! Özgüven tam. Boğaziçi, öğrencisine müthiş bir özgüven vermiş —neden vermesi gerekmiş, zaten ilk bine giren birinde özgüven eksikliği neden olsunmuş, onlar bahsi diğer. Ama bu nasıl bir özgüven ki, ne dendiğini anlayabilecek mantığa veya çabaya veya Türkçe bilgisine sahip olmadan twitterda âleme öğretmenlik yapmaya soyunulabiliyor. İleride de başka biri mesela, Boğaziçi mezunu olmayanların İngilizce bilgisi eksikliğini aşağılıyor. Pardon, aşağılamıyormuş, sadece övünme ihtiyacı hissetmiş. E övünün. Ama biraz da Türkçe öğrenmiş olsanız iyi olacakmış.
***
Burak beye katılıyorum. Eğer bir yükseköğretim kurumu, en “başarılı” bin öğrencinin dörtte üçünü alıyorsa, bir fark yaratması gerekir. Bunu Boğaziçi için söylemeden yıllar önce, kendi mezun olduğum okulu, ODTÜ’yü eleştirmek için söyledim, yazdım. En iyi derece yapan dört kişiden üçünü alan bir kurum, öyle öğrencilerine güven kazandırmayla filan kifayet edemez.
Bir defa o öğrencilerin kendilerine güven kazandırılması gerekiyorsa, ört ki ölem. Kaldı ki Boğaziçi, yukarıdaki misalde de görüldüğü gibi, o öğrencilerin muhtemelen Boğaziçi’ne gelmeden önce —en azından Boğaziçi’ni kazanmakla, kazandıkları anda— sahip oldukları özgüvenin altını dolduramadığı için (a) ya hakikaten “benim alanımda olsa ben…” diyen birinin ne dediğini anlayamayacak, (b) veya şöyle göz attığı bir şeyi doğru dürüst okumadan anladığını zannedecek kadar tembel, (c) veya eğer İngilizce olsaydı yapmayacağı anlama hatasını metin Türkçe olduğu için yapacak birilerini aramıza salıp duruyor. (Benim aklıma gelen ihtimaller bunlar, belki bambaşka bir sebebi vardır, bilemem.)
İki meselemiz var.
Birincisi “neden böyle oluyor?”. Yani neden güzide üniversitelerimizde, mütemadiyen, “emil” rumuzuyla yazan twitter kullanıcısını andıran insanlar üretiyoruz. Sizi temin ederim ki, bahse konu olan kişi bir istisna değil. Nadir sayılmaz, hatta azınlıkta değil. Güzide üniversitelerimizin mezunlarının “çoğunluğu” böyle. Neden böyle oluyor? Nerede hata yapıyoruz?
İkincisi, “böyle olmasının, bugün başımıza gelen belalarda hissesi ne?” Eğer bu kurumlar okuduğunu anlayan, kurumuna yönelik ilk eleştiride zıplamak yerine “acaba üzerinde bir düşünsek mi” diyen, özgüveninin hiç değilse onda biri kadar şüpheye de açık olan mezunlar yetiştirebilmiş olsalardı… Acaba… Bugün yaşadığımız manasızlıkların hiç değilse bir bölümü başımıza gelmemiş olabilir miydi?