Bu Değil

Beşiktaş’ın bu gece Napoli deplasmanında maçı var.

Dün, Tivibu’da Beşiktaş’ın Barcelona’yı 3-0 yendiği maçın tekrarı vardı. Barcelona o tarihlerde de büyük markaydı elbette ama o ilk grup aşamasından çıkamamıştı. O Barcelona karşısında Beşiktaş’ın yüzde yüz yirmisi, Barcelona’nın yüzde kırkını yenmişti. Maçı tekrar seyrederken hissettiğim kadarıyla Beşiktaşlı futbolcular, torunlarına anlatacakları bir şey yaşıyor olduklarının farkındaydılar. Eğrisi doğrusuna denk gelmiş, olmayacak şeyler doksan dakika içinde peş peşe olmuştu. Tekrarlanamayacak bir başarıydı. Barcelona maçına bakarak Beşiktaş’ın gruptaki diğer maçları hakkında iyimser olmanın imkânı yoktu. Zaten de Beşiktaş grupta sonuncu olup, ilk grup aşamasında elenmişti.

(Bu arada, meseleyi bağlamaya çalışacağım yerle alakası yok ama söylemeden geçemeyeceğim, hakkında övgüler düzülen, kendisini övüp duran Beşiktaş seyircisi, o tarihlerde de şimdiki gibiymiş. Yani takımı, takımın ihtiyacı olduğu anlarda coşturan değil, takımın kendisini coşturması gereken bir seyirci… Saha içinde işler aksadığında sus pus, endişeli, gol olunca kıyamet.)

O maçtan üç yıl sonra Beşiktaş Şampiyonlar Ligine bir defa daha katıldı. Kuralar çekilirken en korkulan takımlardan biri Chelsea idi ama ben Chelsea’nin çıkmasını istiyordum. Abromoviç Chelsea’yi yeni satın almış, olağanüstü harcamalar yapmıştı. Ama Chelsea bir yıldızlar topluluğuydu, takım değildi. Beşiktaş ise Lucescu’nun elinde, bir takım olma yolundaydı. İyi bir kalecisi, iyi oyuncuları vardı —Guintisi, Pancusu, İlhanı, Tayfuru, Sergeni, Zagosu, Ronaldosu ile ne yapabileceğini bilen, yapabileceğini yapmaya çalışan bir takım oluyordu ağır ağır. Beşiktaş Chelsea’yi Londra’da 2-0 yendi. O maç üç yıl önceki Barcelona maçından çok farklıydı. Beşiktaş kendisini aşmış değildi, Chelsea kendi ortalamasından daha kötü değildi. Takımların sahadaki duruşu, birbirileriyle ve topla ilişkileri Barcelona maçındakinden çok farklıydı. Beşiktaş tekrarlayabileceği, tekrarlayıp durduğu bir oyun oynuyordu. Oyuncular Chelseali futbolcular karşısında ezik değillerdi. Daha ilk yarıda 2-0 öne geçmişlerdi ve on kişi kalmalarına rağmen, son on dakika hariç pek de pozisyon vermeden, maçı öyle bitirdiler.

***

Şampiyonlar Ligi her yıl oynanıyor. Takımlarımız arada bir Beşiktaş’ın Barcelona maçındaki gibi skorlar alıyorlar. Diğer maçlarda da sürprizler oluyor. Geçen sezon mesela, Astana Galatasaray’ın da yer aldığı grupta Atletico ile berabere kaldı, Olympiakos deplasmanda Arsenal’i yendi, filan. Ama bütün bunların —tıpkı Beşiktaş’ın Barcelona maçı gibi— birer gecelik hikâyeler olduğunu, hikâyeyi yaşayanlar da biliyordu.

O birer gecelik hikâyelerin bir üst seviyesinde, mesela BATE Brasov’un, Basel’in, Ludogorets’in gerçekleştirdiği flört hikâyeleri var —Beşiktaş’ın Chelsea’yi yendiği sezondaki hikâyesi gibi… Avrupa futbolunda yeri olmayan Beyaz Rusya’nın BATE’si, bir dönem, sürpriz sayılan neticeleri arka arkaya aldı, ülkesinin standartlarının çok üzerine çıktı. İsviçre’nin Basel’i de birkaç yıl boyunca Avrupa futbolunda üst üste kendisinden beklenenin üstünde neticeler aldı. Köklü kulüpleri darmadağın olan Bulgaristan’da alt ligden çıktığı yıl şampiyon olan Ludogorets, Avrupa’da diğer Bulgar kulüplerini çok aşan neticeler aldı, alıyor.

Dönemlik flört hikâyelerinin bir üst seviyesinde, mesela Galatasaray’ın bir dönem yaptığı gibi, daha kalıcı başarı hikâyeleri var. O dönemde Galatasaray Barcelona’nın veya Milan’ın ayarında değildi ama onları sadece yenmesi değil, grupta altına alması da inanılmaz bir sürpriz değildi, beklenen şey olmasa da ihtimal dâhilindeydi.

Şampiyonlar Ligi her yıl oynanıyor ve her yıl “oha bu maç böyle biter mi” denecek maç neticeleri ortaya çıkıyor. Arada bir “gruptan bu takım çıkar mı” dedirtecek şeyler oluyor, yani beklenmedik bir takım beklenmedik birkaç neticeyi üst üste alıyor. Daha nadiren, kuralar çekildiğinde “bu takım grup sıralamasında beklenen sıradan daha yukarıda yer alabilir” dedirten takımlar oluşuyor.

***

Cumhuriyet, bence, yenilmeyi alışkanlık haline getirmiş bir toplumun, beklenmedik ve tekrarlanamayacak galibiyetlerle avunmak zorunda kalmayacağı bir yapılanma arayışının adıydı. Uluslararası arenada kendisine hep saygı duyulan, arada bir sürpriz yenilgiler alsa da bir sonraki maçı alacağına inanılan bir ülke olacaktı Türkiye.

Olmadı.

Neden olmadı? Hikâyesi uzun ama şöyle özetleyebiliriz: “Cumhuriyet bizim” diyen kesimler, saygı duyulan toplumların giyindiği gibi giyinip, onların müziğini dinleyip, onlar gibi tenis oynayıp, onların inandığı şeylere inandıklarında her şeyin yoluna gideceğini varsaydılar. Onların örgütlendiği gibi örgütlenmeyi akıl edemediler. Yani onların kendi köylülerine Ravel dinletmeye, Yunan Klasikleri okutmaya kalkmadığını fark etmediler, görmezden geldiler.

Ama Türkiye, iyi kötü, Bulgaristan’ın, Romanya’nın, Yunanistan’ın filan üstüne çıkmayı başardı, sözünü ettiğim dönemde. Bu işin büyük bölümünü de memleketin “Cumhuriyet benim tekelimde” diyen zevatının hiç sevmediği adamlar ve kadrolar marifetiyle gerçekleştirdi.

Sonra?

Sonra Erdoğan geldi. “Öyle orta sıralarda yarışmak bize yakışmaz, üstelik bizim fazla bekleyecek sabrımız da kalmadı” dedi ve saha içinde Barcelonalı futbolculara tekme tokat daldı. Onun oynadığı da bir oyun ama oynanan oyun o değil. Böyle oynamayı sürdüren bir Türkiye’nin dünyada yeri yok.

***

Hayatı futbol sayesinde öğrendim deyip duruyorum.

Bir doksan dakikaya olmayacak şeyleri sığdırıp, olmayacak bir zafer kazanabilirsiniz. Yıllarca onunla avunabilirsiniz de… Kafayı şampiyonluğa takıp, kaynaklarınızı seferber ederek bir sezon boyunca kendinizden söz ettirmeyi de başarabilirsiniz. Ama bu bir gecelik veya bir sezonluk ilişkilerden daha fazlasını istiyorsanız, yavuklunuzla evlenmek istiyorsanız, çok daha fazlası lazım…

“Çok daha fazlası lazım” deyince, memleketin mektepli çocukları, “a evet, biz de öyle diyoruz, gidelim Barcelona ne yapmış bakalım, biz de aynısını yapalım” diyorlar. Yapıyorlar, olmuyor, bize sövüyorlar. Ama olmadı, olmaz. Çünkü Barcelona, başkalarına bakıp da karar vermedi ne yapacağına. Kafa yordu. Barcelona ile rekabet edebilmek için Barcelona’nın yaptığını değil, yapmadığını yapmak lazım.

Memleketin mektepli çocukları çuvallayınca da, Erdoğan gibiler geldi, “e evet fazlası lazım ama böyle olmuyor, mektep de neymiş, vururuz, kırarız” dediler. Barcelona ile rekabet edebilmek için Barcelona’nın yaptığını değil, yapmadığını yapmak lazım da… Bunu değil.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin