Burnuna Halka Taktırınca
Fin Cumhurbaşkanı Trump’ın edepsizliğine bir laf etti mi bilmiyorum. Ama Türkiye’nin Genelkurmay Başkanının Kardak açıklarında istiskale uğramasına bir laf etmediğini biliyorum. Kıbrıs’ta uğranan hezimete… İsrail’in alay eder gibi, uzun aradan sonra İsrail’e giden ilk Türk Bakan oradayken, tam da o gün Gazze’yi bombalamasına… Ruslar Türk askerlerini vurduğunda, Ruslardan önce bizimkilerin “yanlışlıkla oldu, uf oldu, geçer” diye çırpınmalarına… Şam, Halep, Rakka derken Bab’la yetinmeye razı gelmişken, Bab’da —iç kamuoyuna pahalıya satılacak— ucuz bir zafer hayaliyle onca şehit verilmişken, Bab’ın Esad’a peşkeş çekilmesine…
Türkiye Türkiye olalı bu kadar istiskale uğramadı, bu kadar aşağılanmadı. Hiçbirine bir laf etmedi Fin Cumhurbaşkanı. Ama ben ümitliyim, birkaç güne kalmaz, “ya etmeyin, ayıptır, bir millet bu kadar aşağılanmaz” diye patlayacaktır.
Peki, boş tenekenin her esintide akortsuz gürültüler çıkarması gibi ota boka konuşan Erdoğan’dan bir ses çıkar mı? Zor görünüyor. Sanki bütün bunlar, sadece bir hafta, on gün içinde gerçekleşen bunca şey, Norveç’te veya Arjantin’de oluyor. Gerçi oralarda olsa “ey” ünlemiyle başlayan manasız cümlelerle gürler Erdoğan ama…
“Diklenmeden dik durmak” filan gibi, kapasitesi ile tamamen ters orantılı ağır lafları ederken iyiydi. Ama sadece “van minut” filan diye diklenmeyi bilen, dik durmayı hiçbir vakit beceremeyen zat-ı şahaneleri dizlerinin üzerine çöktü, artık diklenmeye bile mecali yok. Alenen alay ediyorlar kendisiyle ve bedelini biz ödüyoruz.
İş yerinde beceriksizliği veya ahlaksızlığı yüzünden aşağılanan erkeğin, maruz kaldığı muamelelerin acısını evde karısını ve çocuklarını döverek çıkarması gibi, Erdoğan ve tayfası içerde bambaşka bir vitesteler ama. Milletin değerlerini telekinezi teorileriyle meşhur bir ipsize emanet ederken veya üniversite hocalarını derdest ederken, sesleri pek gür, omurgaları dimdik maşallah.
***
Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar şamar oğlanına döndürülmüş, duvar ses veriyor, Erdoğan’da tık yok. Sadece onda değil, kimsede ses yok. Vatanseverliği kimselere bırakmayan, kendilerinden gayrı kimsenin vatanseverliğini kâfi bulmayan Bahçeli ve Perinçek mesela… Onlar Erdoğan’ı paylaşma telaşındalar, Kıbrıs’mış, Kardak’mış, Bab’da ölen çocuklarımızmış…
Vatanın bir günahı yok da… Âşıklarına bakınca, istikbali hakkında iyimser olmanın da imkânı yok.
***
Muhalefetin üçte biri içeri atılmış, üçte biri satın alınmış, kalanı zaten memlekete dair her şeye seyirci… Yukarıda saydığım, bir haftaya sığan rezilliklerin sadece biri bir iktidarı götürmeye yeterken muhalefetten bir şey beklemenin imkânları tüketilmiş.
İktidar dersen…
Ortada bir parti filan yok. Milletin gözünün içine baka baka “Erdoğan için değil, millet için” türünden yalanları —yüzünde en ufak bir seğirme olmadan— sıralayabilen kayış suratlılar, muhtemel bir milletvekilliği adaylığı, havuzdan finanse edilen bültenlerde bir köşe veya bir ihale uğruna insan türünün ne kadar alçalabileceğini delillendirmekle meşguller. Her gün yeni alçalma rekorları kırıyorlar ve…
Yetmiyor.
Ertesi gün İsrail, Türk Bakan oradayken Gazze’yi bombalıyor…
Çıt yok.
Çıt…
Anaları bunları doğurduğunda ne çok sevinmiştir, nasıl gururlanmıştır hâlbuki.
***
Mesele, bence yine de malum şahıslar değil. Mesele bir sistem meselesi. Ta 1995’ten beri, kendi hesabıma, mevcut Siyasi Partiler Kanunuyla işlerin buraya varacağını iddia edegeldim. Sizi seçecek olanları seçebiliyor ve sonra da oturduğunuz koltuğa bahşedilmiş ulufe dağıtma imkânlarıyla ulufe dağıtabiliyorsanız böyle olur. Önce etrafınızda sizden daha akıllı, daha vasıflı, ileride koltuğunuza talip olabilecek kim varsa onları tasfiye edersiniz —ki Erdoğan veya Bahçeli gibiler bahse konu olduğunda, bu, neredeyse herkes demek. Etrafınızı sadakatten gayrı hiçbir şey bilmeyen, sizi eleştiren herkese havlayan, başka hiçbir işi olmayan mahlûkat sarar. Kararları o mâhlukat verdi miydi…
Bingo!
Anayasa değişikliği beka meselesiymiş.
E, evet öyle. Bence de öyle. On yıl önce de sayısız düşmanı olan, dünyanın bütün kudret odaklarının içinde fink attığı, herkesin üzerine bir oyun kurduğu bir ülkeydi Türkiye. Ama bir beka problemi yoktu. Şimdi var. Çünkü memleketi ikiye bölüp, yarısını diğer yarısından korkutup bir iktidar çıkarmaktan başka hiçbir marifeti olmayan Erdoğan vaziyet ediyor memlekete. Onu frenleyebilecek her bir şeyi ortadan kaldırdı. Telekinezi melekinezi safsatalarıyla yanına yanaşan, ruh çağırıp tarih yazan soytarıları sarayına doldurdu.
Böyle yönetilen bir milletin beka sorunu olmasa tuhaf olmaz mıydı?
***
Son günlerde ortalarda dolaşan eğlenceli videoda (https://www.youtube.com/watch?v=rsVa2TDuL0U) Azerbaycan Türkü spikerin söylediği gibi, “burnunuz girmeyen yere başınızı sokmayın.” Sokmaya kalkarsanız ne olur? Başınız girmez de, o ara burnunuza halkayı takarlar.
Sonra?
Kardak kıyılarına gidersin, seni kayaya çıkarmazlar. Utanman filan da kalmadığından, fotoğraf çektirir servis edersin. Kıbrıs’tan arkana baka baka çıkarsın. Sen oradayken Gazze’yi bombalarlar. Bab’da sen ölürsün, parsayı Esad’a toplatırlar. Askerlerini vurur, açıklamayı sana yaptırırlar…
Burnuna halka takılmışsa…
Anca evde dayılanırsın. Kendinden daha güçsüzlere…
Ananız sizi doğurduğunda nasıl sevinmiş, gururlanmıştır. Ne bilsin kadın burnunuza halka taktırıp sokak sokak gezdirilmeye razı olacağınızı…