Ceviz
Geçenlerde değindim, mesela Soner Yalçın, bilgi, bilmek filan gibi mevzularda üstten konuşmayı bir alışkanlık haline getirmiş. Akranım eski tüfeklerin arasında da aynı hakkı kendisinde görmeyen yok gibi…
Bilmek fiili, birbirini neredeyse hiç andırmayan bir yığın faaliyeti/kabiliyeti bir tek başlık altında topluyor —fena bir şey.
Dün Eurosport’ta Buz Pateni Grand Prix’ine denk geldim. Biliyorsunuz işte, gencecik insanlar, buzun üstünde, gerçekleştirilmesi her yıl biraz daha zorlaşan akrobatik marifetler sergiliyorlar. Buzda, incecik bir bıçağın üstünde kaymayı, dönmeyi, takla atmayı filan biliyorlar. Ben bilmiyorum mesela ama birileri biliyor.
Belgeselin birinde, adamın biri temel fizik kanunlarından bazılarını anlatırken, buz pateni yapanlardan misaller vermişti. Ne bileyim, buzun üzerinde dönerken merkezkaç kuvvet şöyle etki eder, takla atarken verdiğiniz itme ile kütle çekimi şöyle etkileşir filan gibi şeyler. Adam fizik biliyordu. Ama o bildikleri, ayakkabısının altına bir bıçak yerleştirip kendisini buzun üstüne salsak bir işe yarar mıydı? Çok şüpheliyim. İşin daha eğlenceli kısmı şu ki, buzun üzerinde fizik kanunlarından faydalanarak o akrobatik hareketleri gerçekleştirenlerin pek çoğu, eminim ki, bahse konu olan fizik kanunlarını öğrenseler, “ben nesir yapıyormuşum” diyen Mösyö Jourdain’in şaşkınlığına düşerler.
Bir bağlama ustası, yaptığı bağlamadan müthiş sesler üreten bir sanatçının yaptığı işi, ikincisi de birincinin yaptığı işi yapamaz. Ama asıl mühimi, o tellerden o seslerin çıkması da bir yığın fizik kanunu sayesinde mümkün ve ne usta ne de sanatçı o kanunları bilmiyor. O kanunları bilenler ise, bağlamanın gövdesini ve tellerini hangi malzemelerden seçeceklerini, onları nasıl işleyeceklerini, filanca sesi çıkarmak için hangi parmağı hangi perdeye basıp… Bilemez işte…
İnsanlık on binlerce yıldır zenginlik üretip duruyor. Bu dönem içinde yüzlerce milyon kişi zengin oldu, pek azı ekonomi biliyordu. Şimdi de zerre kadar ekonomi bilmeyen, bir bilimsel dergideki bir makaleye maruz kalsa kafayı sıyırması işten bile olmayan bir yığın insan zengin oluyor —daha mühimi zenginlik üretiyor.
***
Mesele yukarıda ima ettiğim şeyden ibaret değil. Bir cevizi görünce ona ceviz demek, cevizi diğer şeylerden ayırt edecek şekilde bilmek bir şey. Ama ceviz kırılınca içinden nasıl bir şey çıkacağını bilmek başka tür bir bilgi.
Cevizin içinden çıkan şeyin tadını bilmek? O bambaşka bir bilgi. Ne kadar karmaşık denklemler de yazsanız, ne kadar hassas fotoğraflar da çekseniz, ciltler dolusu da anlatsanız, cevizin tadını bilmeyen birinin, yediği şeyin ceviz olduğunu bilmesini sağlayamazsınız. Ve dahası da var, cevizin ne işe yaradığı, beslenme açısından değeri filan gibi bir yığın bilgiye de sahip olmadan, her birimiz, yıllardır ceviz yiyip duruyoruz.
***
Şimdi adamın biri bize “Amerika” diyor ve Amerika hakkında nasıl elde ettiği ve inşa ettiği meçhul olan bir bilginin evrensel olduğu varsayımıyla devam edip gidiyor. “Bir dakika, ama Amerika dediğiniz şey hakkında ben aynı kanaate sahip değilim” dediğinizde, cehaletiniz karşısında duyduğu şaşkınlığı gizlemeye tenezzül etmeden, başlıyor malumat üstüne malumat sıralamaya… Ulan malumatın eksiksiz olsa neye yarar, buzun üstünde düşmeden kalmana yetiyor mu?
Biri “Amerika” diyor, öteki “Osmanlı” diyor, “İslam” diyor, her an bambaşka görüntüler inşa eden, her bakana bambaşka görüntüler sunan bir kaleydoskopta kendisinin herhangi bir anda tesadüfen gördüğü şeyi, o adlandırdığı şeyin biricik vasfıymış gibi sana dayatmaya çalışıyor. Sanki Osmanlı deyince, iktisadına baksan başka, sosyolojisine baksan başka, idari yapısına baksan bambaşka, askeri teknolojisine baksan daha da başka bir şeyden, üstelik de altı yüz yıl boyunca durmaksızın değişmiş bir yığın şeyden değil de, tam da zatıâlilerinin tarif ettiği, tarihselliği olmayan, bir tek düzleme izdüşümü alınmış bir tuhaflıktan söz etmek zorundaymışız gibi…
***
Bilmek fiili, birbiri ile neredeyse hiç alakası olmayan bir yığın faaliyeti/kabiliyeti adlandırıyor.
Cevizin kimyası hakkındaki bilgi, zamanla birikebilir mesela. Birisi bir analiz yapar, şu ihtiyacımızı karşıladığını keşfeder cevizin. Yıllar sonra öteki bir başka analiz yapar, muhtemelen daha gelişmiş teknolojiyle. Bir ihtimal, daha önce bilinen bazı malumatın yanlış olduğu ortaya çıkar ama büyük ihtimal yeni malumat eskisine eklenir. Ve saire…
Veya… Mesela canlıların taksonomisi hakkındaki bilgi biriktikçe, cevizin hangi tarihte, nereden evrimleştiğini, hangi coğrafyada ilk defa belirdiğini filan, giderek daha iyi, daha hassas bir biçimde bilebilirsiniz.
Ama her bilgi öyle birikmek zorunda değil. İlk yediğiniz cevizle cevizin tadını bildiniz ve “cevizin tadını daha iyi bilmek” filan diye bir şey yok. O bilgi biriken bir bilgi değil.
Aydınlanma Aklı diyerek hedefe yerleştirip durduğum şey, birbirinden çok başka pek çok bilme işinin içinden sadece birini, diğer hepsinin en saygıdeğeri olarak görüyor: Masa başında, bir dizi sebep-sonuç ilişkisi kurarak üretilmiş, matematik —veya benzeri bir kusursuz lisan— vasıtasıyla ifade edilebilir ve zihinden zihne aktarılabilir olan bilme işini.
Mesele —üstelik— sadece böyle bilmeyi hepsinin en saygıdeğeri olarak görmekle de kalmıyor, diğer bütün bilme hallerini dışarıda bırakıyor. Ceviz yemeden cevizin tadını bilemeyeceğini idrak ettiğinde, cevizin tadını bilmeyi önemsizleştiriyor, kıymetsizleştiriyor.
Ama benim böyleleriyle asıl meselem, böyle davranarak ceviz yemeden, buzun üstünde kaymadan, şöyle doğru dürüst bir kanun taksimi dinlemeden, yine de bütün hakikate sahip olduğunu zannederek yaşayıp gitmeleri ve bize de kendi hakikatlerini dayatıp durmaları da değil. Kendileri bilirler. Asıl meselem şu: Birileri ceviz yiyor, kendileri yemiyorlar. Cevizde var olan filanca şey bünyelerinde eksik kalıyor —ve eksiklikten kaynaklanan bir takım arızalar meydana geliyor. Aha işte o ölçülebilir bir malumat. Onu derhal ölçüyorlar ve… “Filancanın komplosu yüzünden” diyerek, hiçbir malumattan türetilemeyecek, sadece kendi tatsız dünyalarının tadı hakkındaki tecrübelerinden çıkarılabilecek zırvalıkları orta yere kusuyorlar.
Tekrarlayayım:
Bize her konuda, tuğlaları üst üste koyarak ancak inşa edilebilir, tuğlalar ve inşaat tekniği insandan insana aktarılabilir olduğuna göre de herkes tarafından tastamam aynı biçimde anlaşılabilir, birinden diğerine hiçbir deformasyona uğramadan aktarılabilir, nötr, fertlerin tecrübesinden bağımsız bilgilerin var olduğu, bilgi denen şeyin bu vasıflara sahip şeylerden ibaret olduğu, yegâne kıymetli olanın o olduğu gibi varsayımlara —onları hiç dile getirmeden— yaslanıyorlar. Sonra arka arkaya bir yığın malumat sıralıyorlar. İtiraz edecek olursanız bir yığın başka malumat ekliyorlar. Ama hiç de bize anlattıkları şekilde üretilmemiş, o vasıflara sahip olmayan komplo teorilerini küt diye masanın üzerine bırakıp gidiyorlar, “cevizin tadı budur” edasıyla.
Cevizin tadı o değil.