CHP’nin Suçu Ne?

Alper Görmüş’ü severim, sanırım daha önce söylemiştim. Ama Serbestiyet’teki son yazısı, bence, ona yakışmamış (http://serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/hayir-icin-ikna-kampanyasi-kimi-hedef-almali-kimi-aliyor-763744). Bir defa yazının başlığı problemli, CHP’nin —veya başka bir partinin— işi ikna etmek mi?

İkna kelimesini severdim —ama politika dışında. Erbakan o kelimeyi kullandığında tüylerim diken diken olmuştu. Sonra İstanbul Üniversitesindeki şu meşhur ikna odaları gündeme gelince… Neredeyse hiç kullanmamaya başladım. TDK’ya soralım. Ne diyor ikna için: Bir konuda birinin inanmasını sağlama, inandırma, kandırma. Şu kandırma manasını bir yana bırakalım, geriye kalan şey siyasetin işi midir?

Bence değil.

Bu noktaya döneceğim ama önce şu “çantada keklik” terimi ile hesabı kapatalım —çünkü Görmüş’e en yakışmayanı bu. CHP seçmeninin bir yığın kusuru olabilir, dünyayı ve Türkiye’yi kavramlaştırmada çok antika kalmış olabilirler ama —başka kimse öyle olmadığı gibi onlar da— keklik filan değiller. Avlanacak, çantaya atılacak şeyler değiller. Hepsi basbayağı insan. Yemin ederim ki öyleler. Bu hususu fazla kaşımak istemiyorum, burada bırakayım. Yoksa klavyeden tatsız kelimeler dökülecek.

***

Siyaset, bir şeylere inanmış olanların başkalarını da kendi inandığına inandırma işi değil. Başkaları siz siyaset yaparken size inanmaya başlayabilirler ama bu, sizin yaptığınız işin bir yan ürünü. Memlekette siyaset kavramı, diğer her kavramdan önce ve diğer her kavramdan çok zıvanasından çıktı, tamam. Ama insan hiç değilse Alper Görmüş’te, hiç değilse biraz daha organik bir kavramlaştırma bekliyor.

Siyaset, özü itibariyle bir temsil işidir. Hani şu meşhur “temsilde adalet, yönetimde istikrar” sloganında yan yana geliyorlar ama yönetim siyasetin ne ikamesi ve ne de dengi. O da, herhangi bir demokraside, siyasetin yan ürünü. 12 Eylülcülerin asker kafası temsil filan gibi şeyleri —ve onların ne kadar mühim olduğunu— kavrayamamış, “ille de yönetimde istikrar, bonus olarak oluyorsa temsilde adalet de olsun” mantığıyla (buna mantık denebiliyorsa) bir düzen kurmuş. Otuz küsur yıldır 12 Eylülcülerin kuyuya attığı taşı çıkaramıyoruz. Eh, otuz küsur yıldır böbreğimizde taşla yaşayınca da muhtelif organlarda muhtelif arızalar zuhur ediyor haliyle.

CHP birilerini temsil ediyor. O temsil ettiği kitlelerin hassasiyetlerini hesaba katmaması problemli olur. Eğer o hassasiyetleri hesaba katmasaydı bizim CHP’ye dönüp “ayıptır, kimden oy alıyorsun, kimin değirmenine su taşıyorsun” diye sormamız icap ederdi.

Bence mesele, demek ki, CHP’nin temsil ettiği kitleleri çantada keklik olarak görmemesi, onların hassasiyetlerini hesaba katması değil. O kitlelerin olabilirliklerini hesaba katmaması. Anlaşılan o ki ben, dünyanın kalanıyla, bu hususta herhangi bir rezonansa yaklaşamadan öleceğim. Yine de tekraren deneyeyim (ki bu bir ikna çabasıdır, sizi inandırmaya çalışıyorum): Âlem bir oluştur, hal değil.

Demiştim, Sait Faik bir yerde “hayat, bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu, orada biz artık akmıyor, dalgalanıyorduk” der. Ama ertesi gün baktığımızda, dün yine akmış olduğumuzu düşünürüz. Her an kendimizi bir göle varmış gibi hissederiz de, sonradan bakınca akıyormuş olduğumuzu fark ederiz. Sizi temin ederim ki, bugün de akıyoruz/akıyorsunuz. Hal, onu ne kadar önemsersek önemseyelim, manasız bir şey. Hal bir fotoğraftan ibaret, çekildiği anda eskimiş, gerçeklikle irtibatı kopmuş bir fotoğraf… Aslolan akıştır, oluştur. Oluş, ancak öldüğümüzde sona erecek. Tamama ermeden…

Akıyoruz akmaya ve buradan geriye bakınca sanki tam da buraya akmamız şartmış, başka yolu yokmuş gibi görünüyor ama gerçeklik öyle de değil. Her birimizin yığınla olabilirlikleri, akabileceği sayısız yatak (güzergâh) vardı. Her seçtiğimiz güzergâhta, diğerlerinin hepsi iptal oldu, ihtimal haricine çıktı ama yeni ulaştığımız noktada da yine sayısız olabilirlikler doğuyor. Feyerabend’i yankılayıp “her şey mümkün, ne olsa gider” diyor değilim. Her birimizin asla ulaşamayacağı, ulaşmayı asla içine sindiremeyeceği bir yığın nokta var ama yine de her an sayısız olabilirliğimiz var.

İşi cazip kılan şu ki, o olabilirlikleri birbirleri ile kıyaslayabilme, dolayısıyla da seçimlerimizi ona göre yapma şansımız yok. “Makine mühendisliği mi, inşaat mühendisliği mi” seçimini yapma anında, makine mühendisi olduğunuzda nasıl biri olacağınızı, inşaat mühendisi olduğunuzda nasıl bir olacağınızı bilmiyorsunuz. Hiç bilemeyeceksiniz. Kendinizi bir nehir olarak kabul ederseniz, şuradan aktığınızda nasıl bir yere, buradan aktığınızda nasıl bir yere varacağınızı önceden bilme şansınız yok. Filanca kitabı okursanız nasıl biri olarak kalkacaksınız başından, onun yerine filanca kitabı okursanız nasıl biri olacaksınız, bilemezsiniz. Bilmeden karar vermek durumundasınız.

Her birimizin sayısız olabilirliği var ve CHP seçmeninin de sayısız olabilirliği var. Onlar kendilerini artık olmuş, bundan sonra oluşla işleri olmayan varlıklar olarak görüyor olabilirler (ki çoğu galiba öyle görüyor), ama hâlâ olup duruyorlar. Hep olup duracaklar. CHP’nin asıl işi, asıl hedef kitlesi, tam da o seçmenlerle. Siyasi partinin hedef kitlesi kendisine oy vermeyenler değil, oy verenler. İşi, kendisine oy vermeyenleri ikna etmek —böylelikle dönüştürmek— değil, kendisine oy verenleri dönüştürmektir.

CHP’nin işi, CHP’ye oy verenlerin olabilirlikleri içinden, kendileri, toplum ve insanlık için en uygun güzergâhı seçmek. Böylelikle bir sosyal kesimin çölde buharlaşmasının yerine ovaları sulayabilmesini sağlayabilmek.

***

Siyasi partiler kendilerini destekleyenleri, temsil ettikleri kitleleri nasıl dönüştürür? Bunun birçok metodu var. Bir tanesi —ve galiba en efektif olanı— kavramlaştırma. Erdoğan bu metodu son derece tiksindirici bir tarzda kullanıyor. Başka birçok işin arasında Türkiye’ye düşmanlık da yapan, başka birçok özneye düşmanlık yaparken Türkiye’ye de düşmanlık yapan özneleri, sanki biricik işleri Türkiye’ye düşmanlıkmış ve bu amaçla hepsi bir araya gelmiş gibi paketleyip, üst akıl diye kavramlaştırıyor mesela. Olağan olanı olağandışılaştırıp, bu arada milletin biricik olma güdüsünü de kaşıyıp, kendi seçmenini dönüştürüyor.

Kendi seçmenini… “CHP seçmeni de bana oy versin, ne yaparsam bana oy verir” filan diye düşünmüyor.

AKP seçmeninin dünya ile ilişkiler çerçevesinde, bir yığın olabilirlikleri vardı. O olabilirliklerin çoğunda düşmanlık filan hiç yoktu. Son derece gerçekçi, uzlaşmacı, ittifak arayıcı insanlardı çoğu. Daha 2010’a kadar öyleydiler. Şimdi yaygın olan tutum, daha 2010’da nüfusun ancak yüzde 3’ünde, 4’ünde karşılığı olan marjinal bir tutumdu. O daracık alana sıkışmış tutumu Erdoğan yaygınlaştırdı. Dikkat isterim, Erdoğan bunu sıfırdan, ortada hiçbir maya yokken yapmadı. Maya vardı. Ama bambaşka şeylerin de mayası vardı —veya o mayadan bambaşka şeyler de yapılabilirdi. Erdoğan bu ekşi yoğurdu yapmayı tercih etti.

Tekrarlayayım: Sadece ve özellikle kendi seçmenine hitap etti, onları dönüştürdü.

Kitleleri dönüştürmenin bir başka yolu da, ittifaklar kurmak. DYP ve ANAP, birbirine çok benzer kavram haritalarına sahipti. DYP CHP ile, ANAP ise DSP ile koalisyon kurdu. DYP’liler CHP’ye, ANAP’lılar ise DSP’ye yakınsadı —ve simetriği. Memleket tarihinde daha belirgin bir dönüşüm, Merkez sağ-DSP-MHP yoluyla Ege’nin MHP’lileşmesi şeklinde oldu. Merkez sağ çökerken, tarihsel olarak CHP karşıtı olan Ege’de DSP uygun bir zemin buldu. Sonra MHP ile ortaklık kurdu. DSP ölünce Ege MHP’ye miras kaldı. Tarihi boyunca bölgede yüzde 3’ü geçememiş olan MHP, mesela 2011’de, aldığı oyların yarısını Ege’den aldı.

***

Ders bu kadar —sizi ikna edebildim mi bilmiyorum…

Şimdi dönelim CHP’ye… CHP temsil ettiği, kendisini destekleyen kesimleri çantada keklik olarak görmemekle doğrusunu yapıyor. Mesele şu ki, bahse konu olan kitlelerin bir hayalleri yok. Artık asla ihya olmayacağını bildikleri delikanlılık günlerinin fotoğraflarına bakıp avunmaktan ve bunu özgürce yapmayı sürdürebilmekten gayrı bir beklentileri yok. Yani akamıyorlar sahiden. Gölleşmiş durumdalar. Bu hal CHP’nin suçu. CHP’nin suçu, onu destekleyen kitlelerin bu hale düşmüş olması ve CHP’nin de bu hali seyrediyor, hatta bu halde kalmayı besliyor olması. Her gün yığınla soytarılık oluyor, her biri içe sindirilemez yığınla maskaralığa şahit oluyor CHP seçmeni ve… CHP’ye bakıyor, çaresizlik görüyor. “Antikalarımız elden gitmesin de…” ruh halini görüyor. Antikalarının üstüne abanıyor. Çaresizleşiyor. Çaresizliği bir kader olarak algılıyor.

CHP kendi kitlesini dönüştürebilir, onun akmasını sağlayabilirse, şimdi bağlanacak bir nehir bulamayan bir yığın çay ona bağlanacak. Giderek genişleyecek CHP.

Akmak esastır. Akmayana kimse katılmaz.

Bulanmadan, donmadan akmak ne güzel.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin