Delik
Galatasaray’ın Başkanı “Fenerbahçe’yi de Galatasaray kurdu” demiş. Fenerbahçe cephesinden bu iğnelemeye cevap vermek, Mahmut Uslu adlı şahsa düşmüş. Eh ona düşünce neler olabileceği az çok belli, daha önce yaptıklarından biliyoruz.
Mevzu beni neden alakadar ediyor?
Şundan: Uslu’nun ettiği laf “Cavcavlaşmayın” olmuş. Cavcav bildiğimiz adam. Öyle çok da makbul biri sayılmayabilir. Ama mesela Mahmut Uslu’nun (veya onun tasmasını elinde tutan Aziz Yıldırım’ın) Cavcav ile mukayese edilmesi bile kabil değil. Hani hayata takılış frekansları farklı. Galatasaray Başkanını bilmem, daha pek bir icraatını görmedik. Ama mesela Mahmut Uslu’nun veya Aziz Yıldırım’ın Cavcav’ın ligine terfi edebilmeleri için birkaç 3 Temmuz yetmez, en az 8-10 sezon satın almaları icap eder.
Eee?
Derdim şu: Mahmut Uslu gibi biri, kendisinden birçok gömlek fazla olan birini bir tür aşağılama endeksi gibi kullanmıyor mu, ben ne diyeceğimi şaşırıyorum. Orada söz bitiyor. Her şey bitiyor. Uslu’ya ne dense, Usu hakkında ne dense eksik kalıyor duygusu uyanıyor bende. (Zaten kendisine bir şeyler densin de ne denirse densin, yeter ki ondan söz edilsin, sahibi de “aferin, yine becerdin” desin diye yapıyor yaptıklarını herhalde.)
Sadece ben kifayetsiz kalsam, kabahati kendimde arayacağım. Ama anlaşılan öyle değil. İnsan biyolojisi ve insan lisanı, anlaşılan o ki, bir insanın bu kadar zıvanadan çıkabileceğini hesaba katmadan geliştirilmiş. Sistemin tam burası delik. Aziz Yıldırımlar, onların beslemesi Mahmut Uslular, Fatih Terimler, Erdoğanlar filan, aha işte tam da bu delikten geçip duruyorlar.
Kedilerine sorsanız, yapıp ettiklerini zekâ eseri olarak görüyorlardır muhtemelen. Zekâya saydıkları şeyle, 24 saat hayatta kalmaları kabil değil ama, işte arkasına sığındıkları devasa şemsiyeler sayesinde her türlü rekabetten de azadeler.
Askerdeyken, onbaşının biri, manganın kalanına ayak uydurmam için uyardıydı. “Ben bu kadarını becerebiliyorum” dediydim. Son dönem dört aylıklardık. Besbelli onbaşıyı uyarmışlardı “üstlerine gitmeyin” diye. Kendi akranlarından olsam, şöyle sille tokat girişip beni revirlik edecek, onbaşılığının hakkını verecekti. Şimdiyse içinden gelenlerin hiçbirini yapamamanın hırsıyla, dişlerinin arasından, ıslık gibi bir sesle, “ah ulan askerlik,” dedi, “kurdu kuzuya yem yapıyorsun.” Lafı ilk defa duyuyordum ama aniden çocuğun ne hissettiğini anladım. Çünkü o ıspanak renkli şeylerin içinde kendimi hep tam da kuzuya yem edilmiş kurt gibi hissetmiştim.
Şimdi, sivil hayatta, bu Uslular, Yıldırımlar, Terimler, Erdoğanlar zırvalayıp durdukça hep aynı çaresizliği hissediyorum.