Diğer Her Şey Aynı Kalmak Kaydıyla…
Tasavvur etmeye çalışın, Haziran ortasında İhsanoğlu’nun adaylığı açıklandıktan sonra CHP içindeki muhalefet, Haziran sonunda, mesela Emine Ülker Tarhan’ı aday göstermiş. Şimdi Türkiye nasıl bir Türkiye olurdu?
İhsanoğlu’nun yerine Büyükerşen’in aday olabilmesi için kendimce çabaladım. Hayalim, Sertergillerin de ilave bir aday göstermesiydi. Ama bu hayali pek az kişi paylaşıyordu. Çoğunluk, eğer ekstra bir aday çıkarsa, Büyükerşen’in şansının azalacağını düşünüyordu. Düşünüyordu demek yanlış, kesinlikle emindi. Benim nasıl olup da anlamadığımı da anlamıyorlardı. İki aday nasıl olur da bir adaydan daha iyi olabilir ki…
***
Büyükerşen’i unutalım. Dediğim gibi, İhsanoğlu aday gösterildikten sonra CHP içinden başka bir aday çıkmış olsaydı, olaylar ve tartışmalar nasıl seyredecekti sizce? Mesela Tarhan televizyonlara çıktığında, gazetelere röportaj verdiğinde neler diyecekti? İster istemez mevzu İhsanoğlu’na gelecekti ve Tarhan İhsanoğlu’na karşı bir şeyler söylemek zorunda kalacaktı.
Öte yanda Erdoğan’ı düşünün. Şimdi meydanlarda ne diyecekti? İhsanoğlu’na mı vuracaktı, Tarhan’a mı? “İkisi de aynı” dese, kimseyi inandıramaz. “İşte bu CHP böyle, bir aday üzerinde mutabakat bile sağlayamadılar” filan türü laflar edecekti, hiç şüphe yok. O da Erdoğan’a pek yaramayacaktı.
Neticeten, şimdi tablo —elbette oyuncuların oyunu nasıl oynadıklarına da bağlı olarak— az çok şöyle şekillenecekti. Erdoğan —şimdi olduğu gibi— bir kutsal savaşı sürdüren ordunun komutanı olarak temayüz edecekti ve o ordunun misyonu, kamuoyunun bilinçaltında CHP zihniyeti diye kodlanabilecek —kamuoyunun geniş kesimlerinde olumsuz, dar bir kesiminde is olumlu çağrışım yapan— zihniyete karşı olacaktı. O zihniyetin temsilcisi olarak Tarhan belirginleşecek, İhsanoğlu bu kutsal savaşta yeri olmayan bir aktör olarak algılanacaktı. Şimdi algılanmaya çalıştığı gibi yani…
Şimdi İhsanoğlu öyle algılanmaya çalışıyor ama pek olmuyor. Çünkü neticede, Erdoğan’ın önünü kesmek için icat edilmiş, kendisini icat edenlerin bile içlerine sinmemiş bir yapay aktör olarak görünüyor. Gerçeklik de öyle olduğundan, kamuoyunu, özellikle de Erdoğan’a oy vermekte bir beis görmeyen kamuoyunu aksine ikna etmek mümkün görünmüyor.
Bir yanında Erdoğan’ın, öbür yanında Tarhan’ın olduğu kutsal savaş, kutsal savaş atmosferiyle şimdiki gibi çirkinleştiğinde, İhsanoğlu’nun denge unsuru olan bilge görünümü kıymet kazanacaktı. Sizi temin ederim, İhsanoğlu seçimi ilk turda alacaktı.
***
Eğer böyle bir seçim atmosferini kafanızda canlandırabiliyorsanız, Tarhan’ın adaylığının mesela sizin kafanızı nasıl karıştıracaktı olduğunu hayal edebiliyorsanız, bana inanabilirsiniz. Ama bana inanmasanız da, dert değil. Zaten derdim seçimi kimin kazanacağı da değil. Dünyanın halleri hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.
Diğer her şey aynı kalmak kaydıyla, yani Erdoğan’a oy verecek olanlar aynı, Demirtaş’a oy verecek olanlar aynı kalmak kaydıyla, CHP ve MHP kanadından tek aday çıkması, iki aday çıkmasından iyidir. Bunda şüphe yok. Basit aritmetik bilgisi, bu hesabı yapmaya kâfi.
Mesele şu ki, eğer Tarhan aday olsaydı, diğer hiçbir şey aynı kalmayacaktı. Erdoğan’ın kampanyası da, meydanlarda söyledikleri de değişmek zorunda kalacaktı mesela. Tarhan’ın adaylığı, kısa süre sonra, seçim sonrasında Tarhan’ın CHP Genel Başkanlığını gündeme getirecek, şimdilerde ciddi ciddi bu olabilirlik üzerinde tartışılıyor olacaktı mesela. Bedri Baykam Cumhuriyet’teki köşesinde “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, nereden biliyorum, beni kovdunuz oradan biliyorum” lezzetinde yazılar yazamayacak, onun yerine “Tarhan benim eserim” yazıları yazacaktı. Erdoğan’dan çok İhsanoğlu’na yüklenecekti. Eh, bu memleketin en azından yüzde otuzu için Bedri Baykam’ın düşmanı dosttur. Elbette daha çoğu için öyledir de, en azından yüzde otuzu, bir insana muhabbet beselemek için başka delil aramaya ihtiyaç duymaz.
Şunu vurgulamak istiyorum: Bilimsel çalışmalarda sık sık müracaat edilen “diğer her şey aynı kalmak kaydıyla” ifadesi, tamamen manasız bir varsayımdır. Dünyada herhangi bir taşı yerinden oynattığınızda, diğer her şeyin yeri değişir. Dünya bu yüzden indirgenebilir, bileşenlerine ayrılabilir bir şey değil. Bu yüzden, bileşenlerinden yola çıkarak kavranabilir bir şey değil. Bu yüzden, bırakın basit aritmetiği, karmaşık matematikle bile kuşatılabilir bir şey değil.
Fabrika, bileşenleri arasında geniş tamponlar oluşturulmuş bir organizasyon. Dolayısıyla fabrikalar, dünyanın tersine, indirgemeci bir zihniyetle —kısmen de olsa— anlaşılabilir ve yönetilebilir oluyorlar. Fabrikaların bu organizasyonel dokusu, birçok başka şeyin yanı sıra, son derece faşizan bir dizi düzenleme sayesinde mümkün oluyor. Türkiye’de politika, pek uzun süredir endüstriyel bir mantıkla yürütülüyor. Lafa gelince kendilerini en anti-faşist görenler bile, endüstriyalizm kisvesi altında sunulduğunda her türlü faşizme sempati duyduklarından, Türkiye’nin mevcut politik düzeni sürdürülebiliyor.
Filan…
***
Şunu da demeden geçemeyeceğim:
Eğer mesela İhsanoğlu’nun kampanyasını ben yönetmiş olsaydım, Tarhan’ın adaylığına imkân sağlanması için ısrarcı olacaktım. Muhtemelen ısrarlarım netice vermeyecekti ama diyelim verdi, CHP Tarhan’ın adaylığını teşvik etti. Sonra, bugünkünden bambaşka bir seyir izledi seçim süreci. Şimdi bambaşka şeyler konuşuyor olacaktınız ve Tarhan’ın aday olmadığı şartlarda neler konuşulacaktı olduğunu, seçimin nasıl seyredecekti olduğunu tahmin etmekte zorlanacaktınız. Çünkü diğer her şeyin değişeceğini kabul etmek başka, diğer her şey derken ne kadar geniş bir yelpazeden söz ediyor olduğumuzu, her unsurun ne kadar farklı olabilirlikler barındırdığını, karşılıklı etkileşim içinde bu olabilirliklerin hangilerinin kristalize olacağını tahmin etmek başka.
Dolayısıyla her şey olması gerektiği gibi olmuş olarak görünecekti size. “Bak ben şunu yapmasaydım her şey şöyle olacaktı” desem, gülecektiniz bana…