Doğru
Lisede hiç değilse şu kadarını öğrendik değil mi, hücrelerimiz mitoz bölünmeyle çoğalır. Her hücre, her bölünmede, kendisinin tıpatıp kopyalarını yapar. Filan.
E öyleyse, başlangıçta bir tek hücreden ibaret olan bizler nasıl olup da bu kadar farklı hücrelerden mamul hale geldik? Kas hücrelerimiz, kemik hücrelerimiz, saç hücrelerimiz birbirlerinden bir hayli farklı, öyle değil mi?
Lisede biyoloji okurken, mitoz bölünmeyi öğrenirken bu sorunun aklıma gelmemiş olmasına fena halde içerliyorum. Eğer bu soruyu o zaman sorabilmiş olsaydım, muhtemelen, sonradan öğrendiğim pek çok şeyi daha önce merak etmeye başlayacaktım.
Mevzuu yine Erdoğan’a getireceğim ama önce, yeri gelmişken sıralayayım:
Bir: Mitoz bölünme hücrelerin birbirini kusursuz bir biçimde kopyalaması süreciyse onca farklı hücrenin nasıl ortaya çıktığı sorusunu, sonradan da kendi kendime akıl edebilmiş değilim. Sheldrake okurken öğrendim. Hepsi de seçilmiş olan onca akranım da bu soruyu sormayı akıl etmediler.
İki: Etrafımdaki kimsenin, gözümüzün önünde durup duran soruyu akıl edememesi, bence, okul denen kurumun marifeti. Güya soru sormak üzere seçilmiş öğrencilerdik ve bize güya özel bir eğitim veriliyordu. Ama yine de, hiçbirimiz bu soruyu keşfedemedik. Aslında hepimizin tuhaf bir iklim içinde yetiştiğimizin ve yaşadığımızın en önemli göstergelerinden biri bu soruyu akıl edememiş olmamız. Nasıl kötürüm bırakıldığımızı gösteriyor.
Üç: Soruları bulmak, cevapları bulmaktan daha zor ve daha kıymetli.
***
Sabah Aksaray’da misafirhaneden çıktım. Kısa süre içinde anladım ki, neredeyse bütün günü avare geçirmek zorundayım. İstanbul’da böyle bir zaruret çok dert olmayabilirdi, eğer pis bir yağmur havası olmasaydı. Yine de Sultanahmet istikametinde yürümeye başladım. Derken yağmur başladı. Bir kafenin tentesinin altına sığınıp, çayımı söyledim. Önümden, yağmuru umursamadan geçip giden insanları seyretmeye başladım. Enva-i çeşit insanı… Rus kızlarından Suriye göçmenlerine, Alman turistlerden renkli entarileriyle salınan Arap kadınlarına kadar türlü çeşitli insan. Kadın kısmının başını örtmesinin veya bacaklarını sergilemesinin ne kadar değişik tarzı varmış, şaşırıyor insan.
Bu insan çeşitliliği, neticede, en azından şimdilik bildiğimiz kadarıyla, bir tek anneden türedi. Tıpkı birbirinden yapısal olarak farklı olan onca hücrenin, bir tek döllenmiş yumurta hücresinden türemesi gibi.
Hangi insan doğru? Hangi hücre doğru?
***
Artık hangi sınıftaysa, size de öğrettiler değil mi, iki nokta arasından bir tek doğru geçer. Belki daha sonraki yıllarda, bu önermenin sadece düzlem geometrisinde cari olduğunu da görmüşsünüzdür, artık aldığınız eğitime göre…
Ama –belki düzlem geometrisi en kolayı olduğundan ve okul ancak onu öğretebildiğinden, belki de zaten okul âlemi düzleştirme enstrümanı olarak kotarılmış olduğundan– her şeyin bir tek doğrusu olduğunu öğrenmeden okulları bitirmek kolay değil. Ve nasıl yapıyorsa okul bunu, “e o vakit bunca çeşitlilik nereden kaynaklanıyor” diye sormaya mani oluyor. Evrim öğretiliyor mesela, sanki en başta bir çeşitlilik varmış da, süreç boyunca o çeşitliliğin içinden, hep biraz daha rafine türler imal edilmiş. Nihayetinde de insana varılmış gibi… Öyle değil. Canlı sayılabilecek bir tek şeyle başlamış ve öyle üretmiş evrim bunca çeşitliliği.
Doğru bir tür de yok. Mevcut türlerin bir bölümü yok olsa mesela, insan türü, sahip olduğu vasıflar sabit kalsa bile, mevcudiyetini sürdüremez. Doğru sayılabilirse, şöyle bir doğru var: Doğru, türlerin çeşitliliğinde… Doğru olan şey, türlerin çeşitliliği yani. Doğru olan şey, bir tek hücrenin bölünürken, belirli safhalarda, kendisinin tıpatıp aynısını yapmamasında. Yoksa biz olmayacaktık.
Doğru olan şey, Havva’nın çocuklarının birbirinden farklılaşması.
Ama Erdoğangiller, çeşitlilikten hiç hazzetmiyorlar. Siz ediyor musunuz?