Dört Komşu Kızı
Erdoğan Başakşehirlilere, “takımınız şampiyonluğa oynuyor, tribünleri doldurmuyorsunuz, bir gece ansızın gelebilirim, tribünleri boş görmeyeyim” mealinde seslendi, malumunuz. O seslenmeyi müteakip ilk iç saha maçında dün, Başakşehir, Kayserispor’u misafir etti. Tribünler yine bomboştu.
Seçmen dediğiniz nebat, sizin, benim gibi insanlardan mamul. Dün dedim, o insanların tercihlerinin belirli bir seçenekler setine izdüşümünü alıp onlar hakkında “her şeyi” öğrendiğinizi zannederseniz, yanılırsınız. Görünüşe göre Erdoğan “öl” dese ölecekmiş gibi görünen, öyle olduğunu varsaydığınız insanlar, AKP’nin renklerini kendilerine renk seçmiş olan kendi ilçelerinin takımını, şampiyonluğa oynuyor olsa bile, benimsemiyorlar.
Önce şunu belirteyim: Eğer tersi olsaydı —veya bundan sonra tersi olursa— yani Başakşehir tribünleri bu hafta dolsaydı, buna kırk tane mana yakıştıracaktınız. Haklı olacaktınız. Dolmadı. Ve bu da manalı. Ama tribünlerin dolmamasının manası, işinize gelmiyor. Erdoğan’ın kendisine oy veren insanlara nüfuz etmesinin sınırı olduğu bilgisi, hem o insanlar hakkında sahip olduğunuz ve maymuncuk gibi iş gören kabulleri yaralıyor. Hem de “demek ki Erdoğan yenilebilir” manasına geliyor. O vakit de uzun uzun düşünecek, uğraşacaksınız “nasıl yeneriz” diye… Külfet. Kendiliğinden yeniliverse, bizi yormadan…
Şimdi asıl derdime geleyim.
Daha önce işaret etmiştim, “Nicole Kidman’a hayran olur ama komşu kızına âşık oluruz”. Seçmen dediğiniz nebatın gönlünden neler geçiyor olabilir ama sandık başına gittiğinde komşu kızlarına bakar, onların arasından tercih yapar.
Komşu kızlarından biri CHP. Yani Kılıçdaroğlu lidercilik oynamaya yeltenmiş olmasaydı, CHP olacaktı. O vakit seçmen, “kızda iş yok ama bu aileye damat olmak iyidir” diyebilirdi mesela. Ama Kılıçdaroğlu ailesiyle gurur duyan biri gibi de değil. Öyle olunca, “boş ver aileyi, beni seç, beni al” dese gerek. Onu da demiyor. Yine de mahallenin dört delikanlısından biri ona âşık. Asıl açıklanmaya muhtaç olan diğerlerinin neden ona âşık olmadığı değil, neden bu kadar çok kişinin âşık olduğu… Bence o da çok anlaşılmaz değil, mahallede öyle çok seçenek yok.
HDP mesela, “ben Kürtçe konuşmayana varmam” edalarında… Mahallede pek sevilmeyen bir kabadayının kapatması olduğuna dair rivayetler dolaşıyor ortada ve “değilim” deyişi de çok inandırıcı görünmüyor.
MHP’yi hiç hesaba katmasak diyorum.
Neticede dört cazgır ve şirret kız, diğer bütün kızları evlerine hapsetmiş, sokağa çıkmaya teşebbüs edenin bacaklarını kırıyorlar.
“Mahallede başka kız da mı var” diye aklınıza düşmüş olabilir. Çok.
Ben size sorayım mesela, mahallede salınıp duran dört kızın mahallenin on yıl sonrası hakkındaki hayalleri ne? Bilmiyoruz, bilmiyorsunuz. Çünkü yok. Ama kimlikleri, aileleri vasıtasıyla değil de gelecek hayalleri açısından farklılık gösteren bir yığın genç kız var —evlerine kapanmış, dışarıya çıkamıyorlar.
Veya…
Bundan mesela yirmi yıl önce, mahallede salınıp duran kızları birbirlerinden farklılaştıran en belirleyici husus, mahalle dışında kimlerle arkadaş oldukları idi. Kimi Amerikancı, kimi Avrupacı, kimi Rusçu, kimi Arapçı, kimi Asyacı filan idi. Şimdiki komşu kızlarının hangisi hangisine yakın, bir fikriniz var mı? Hangisini tavlarsanız sizi nereye götürecekler? Varsa bir fikriniz, olsa olsa, hangisini tavlarsanız tavlayın sizi mahalleden dışarı çıkartmamaya yeminli olmak konusunda tıpatıp birbirlerini andırdıklarının farkındasınızdır.
Mevcut partilerin hepsi kimliklerden bir kimlik, hepsi dünyadan izole olmuş bir Türkiye satıyor diye, seçmenlerin hepsi de sadece kimliklerinden ibaret ve bütün dünyaya düşman değiller.
Seçmenlerin çoğu, sandıkta reyini kullandıktan sonra gidip kendi takımının maçını seyrediyor mesela. Siyasete ayırdığı süreden çok daha fazlasını tuttuğu takım için harcıyor. Birçoğunun sosyal medya hesabında kendisini simgeleyen semboller, tuttukları takıma dair, Alevi mi Sünni mi, Türk mü Kürt mü, dindar mı inançsız mı olduklarına dair değil. Ama markette kulüplerin formaları satılmıyor. Başka bir yığın şey de satılmıyor. Siz markette satılanlar arasından yapılan tercihler üzerinden harita çıkarıyorsunuz. (Söylemek lazım mı bilemedim, tutulan takım sadece “bir” şey, onun gibi sayısız şey var.)
Seçmenlerin çoğu, dünyaya düşman filan değil. Düşman olunmasına razı da değil. Ama kendilerine sandığa gittiklerinde sorulan sorular arasında “kendinizi en çok kime dost hissediyorsunuz” sorusu da yok. Herkesin Azerbaycan ve Kıbrıs’a dost, kalan herkese düşman olduğu varsayımı, banka sözleşmelerinin harfleriyle, arka sayfalarda bir yerlere, laf kalabalığının arasına sıkıştırılmış. Eh, seçmenin işi var, imzasını atıp gidecek, onca lafı okuyamaz. Dönüp bize diyorsunuz ki, “işte gördün, kendi eliyle imzalamış, herkes herkese düşman”.
Filan.