Einstein İbn-i Sina’ya Karşı
Genel olarak Batı’nın ekonomik ve siyasi performansı ile bilim konusundaki tutumu arasında bir korelasyon kurulur. Eh, bilime ehemmiyet verirsen dünyaya da hükmedersin, filan.
Öyle değil, öyle olmadı. Portekizliler Hindistan’ın batı kıyılarında ilk kolonilerini kurduklarında, daha Copernicus ölmemiş, ünlü kitabı da yayınlanmamıştı. Newton nerede kaldı, Galileo bile ortada yoktu. Batı bilim tarihi ile Batı’nın performans tarihi arasında muhtelif uyumsuzlukların sadece biri bilimin önce değil, sonra gelmesi. Bir başkası da şu mesela: Batı bayrağını dünyanın dört bir tarafına dikenler önce Portekizliler ve İspanyollardı. Ama bilim kıta Avrupa’sında, İtalyan şehirlerinde, Fransa ve Almanya’da yapıldı önce. İngilizler bayrağı İspanyollardan aldıklarında, bilimdeki hisseleri açısından kıta Avrupa’sından çok geriydiler. Newton ortaya çıktığında bu yüzden pamuklara sarıp sarmaladılar.
Batı’yı eleştirmek değil derdim. İnsanlık tarihi boyunca böyle olmuştu. Önce bilim yapıp, bilim sayesinde zengin veya başarılı olan yok. Önce zengin olunur, sonra bilim yapılır. Sebebi de basit: Bilim pahalı iş. Ancak onun pahasını ödeyebilenler yapabilir onu.
***
Tarihin genel seyrine bakacak olursak, asıl çelişkiyi Portekizliler ve İspanyollar teşkil ediyor. Cengiz ve Timur gibi Allah’ın gazapları bile, yanlarında bilim insanı ordusu taşıyorlardı. Rasathaneler finanse etmişlerdi filan. Ama Amerikaları, Afrika’yı, sonra da Uzak Doğu’yu yağmalayarak çok zengin olan Portekizlilerin ve İspanyolların bilime muhabbet beslediklerine dair bir işaret yok. Tuhaflık burada.
Bir de…
Osmanlı, uzun süre dünyanın en büyük gücü olduğu halde, tarihteki yeriyle orantılı bir bilim görünmüyor dediydim bir gün, Chicago Üniversitesinde tarih çalışan bir Türk bilim insanına. Bana bir dizi makale yolladı. Utandım. Yanlış hatırlamıyorsam, Fibonacci sayılarını Fibonacci’den önce analiz eden bir matematikçi filan da vardı, makalelerde zikredilen Osmanlı bilim insanlarının arasında.
Bir tıp profesörü anlatmıştı: Bir bilimsel dergi hakem olarak kendisine bir makale yollamış. Makalede Avesenna adı geçip duruyormuş. Makalenin yazarını aramış ve Avesenna’nın İbn-i Sina olduğunu bilip bilmediğini sormuş. Yazar bilmiyormuş.
***
Anladınız… Lafı yine Erdoğan’a getireceğim.
Dün Milli Eğitim Şurasının açılışında “herkes Einstein’ı biliyor ama İbn-i Sina’yı bilmiyor” demiş. Bu defa haklı gibi yani.
Mesele şurada: Ezikliği ve özgüven eksikliğini, İbn-i Sina ile Einstein’ı yarıştırarak gideremezsiniz. Batı size, “ben bilim yaptığım için başarılıyım” diye bir yalan söylemişse ve siz “ama ben de yaptım, daha önce yaptım, daha çok yaptım” diyerek cevap veriyorsanız, onun gündemini kabul etmişsiniz demektir. Tarihinizde yüz tane İbn-i Sina bulsanız, bir Einstein’la baş edemezsiniz. Standartları koyan kazanır. Başka kelimelerle söylersek, Batı karşısındaki ezikliği, o eziklikten söz edip durarak, onunla göğüs göğüse dövüşerek filan da gideremezsiniz. Taze ve gelecek vadeden bir hikâye, bir model üretmeniz gerekir.
Batı dediğiniz hikâye, geçmişe bakıp durarak, geçmişten ilham alarak filan üretilmedi. Hikâye üretildikten sonra, çok sonra, “yahu biz neden başarılı olduk ki” sorusuna cevap vermek için geçmişe dönülüp bakıldı. Antik Yunan kültürü icat edildi (dikkat isterim, keşfedilmedi, icat edildi). Ama “Thales şunu demiş, Euclid böyle demiş, Aristoteles şunu buyurmuş, şunların özünü çıkaralım, okullarımızda o özü okutalım da bahtiyar olalım” filan denmedi yani. Geleceğe bakan kazanır. Daha doğrusu, geleceğe bakanların arasından çıkar kazanan. Geçmişin hesabını denkleştirmeye çalışıp duranların bir halt becerebilmiş olduğuna dair bir tek misal yok insanlık tarihinde…
Erdoğan memleketin ezikliğini ve özgüven eksikliğini besleyip duruyor, aklınca onunla dövüştüğünü zannediyorsa bile…