Endorfin ve Testosteron

İlk defa Bloom’un The Lucifer Principle adlı kitabında görmüş, sonra araştırmanın aslına ulaşmıştım diye hatırlıyorum ama şimdi kaynak aramakla uğraşamayacağım. Amerikalı antropologlar, farklı yaz kamplarında yaptıkları gözlemlerde, gençlerin birinin lider, birinin bir tür hikâyeci, birinin lojistikçi ve mesela birinin de şamar oğlanı olduğunu gözlemişler. Bir yaz farklı kamplarda lider olanları, ertesi yaz bir kampta bir araya getirmişler. Ne olsa iyi? Gençlerin biri lider, biri hikâyeci, biri lojistikçi ve biri de… Evet, şamar oğlanı olmuş.

Özellikle 80’lerde (yani hatırladığım kadarıyla bahse konu olan araştırmanın yapıldığı dönemde) yapılan sosyal bilimler çalışmalarına, özellikle de antropoloji çalışmalarına dikkatle yaklaşmak gerektiğini biliyorum. Ama burada özetlediğim bulgu, benim şahsi gözlemlerime uyuyor ve dünya kavrayışıma göre de beklendik bir hal. Dolayısıyla bu araştırmanın neticesini ve o neticenin imasını güvenilir buluyorum.

İma? Mesela liderlik, insanın kendisinde var olan bir vasıf değil, sosyal dokuda var olan bir rol. Hemen her sosyal grupta bir şamar oğlanı, herkesin kendisiyle eğlendiği biri var ama bu hal, o şamar oğlanı rolünü üstlenmek zorunda olanın vasıflarından (veya vasıfsızlığından) kaynaklanmıyor. Bahse konu olan kişi bambaşka bir grupta yer alsaydı hiç de şamar oğlanı olmak zorunda olmayabilirdi. Herkes, grup dinamikleri içinde pozisyon almak durumunda kalıyor. Zamanla da, başlangıçta üstlenilen rol, insana yapışıyor.

Sosyal rolünüzün sizin duruşunuz, tercihleriniz veya özelliklerinizle hiç alakası olmadığını söylemiyorum. The Economist’in Ekim sonu sayısında kapaktan “Why CEOs are pale, tall and male” anonsuyla duyurulan bir incelemenin bir defa daha teyid ettiği gibi, iş hayatında yükselmek için belirli özelliklere sahip olmak avantaj sağlıyor. Ama asıl tayin edici olan başlangıçta hangi özelliklere sahip olduğunuz değil, üstlendiğiniz sosyal rolün yol açtığı vücut kimyası. Eğer lider rolünü üstlenmişseniz, hissenize o düşmüşse, daha dik yürüyorsunuz söz temsili. Bezleriniz —bu duruş yüzünden— daha yüksek dozda testosteron üretiyor. Lider olmayı hak eder hale geliyorsunuz. Lider olmayı hak ettiğinizden lider olmuyorsunuz yani, lider olduğunuz için lider olmayı hak eden biri haline dönüşüyorsunuz. Yani her sosyal grubun —doğru dürüst işleyebilmek için— lider rolünü üstlenen birine ihtiyacı var ve içlerinden birini lidere dönüştürüyor.

İnsanlar için geçerli olan bu halin —büyük ölçüde— sosyal kesimler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Ve meseleyi sosyal kesimler üzerinden Türkiye’ye ve daha sonra da uluslararası düzende toplumlara da getireceğim ama başka zaman. Bugünlük, yukarıda sözünü ettiğim husus hakkında birkaç çeşitlemeyle yetineyim.

***

William Golding’in Sineklerin Tanrısı’nı bilir misiniz bilmem. Romanın derdi bambaşka tamam. Ama bir adaya düşen çocukların —neredeyse göz açıp kapayana kadar kısa süre içinde— karşılıklı ilişkiler ağı içinde sosyal rolleri nasıl üleştiklerini de gözleyebiliyorsunuz. Golding’in, başlangıçta sözünü ettiğim türden araştırmalardan haberdar olması mümkün değil, çünkü o tarihlerde böyle araştırmalar yoktu. Aksine, tayin edici olanın insanların sahip oldukları vasıflar olduğu düşünülüyordu. Eğer lider vasıflı birkaç kişi varsa söz temsili, hepsi lider olabilirdi ve bir sosyal grupta hiç şamar oğlanı olmayabilirdi.

80’lerde yapılan sosyal araştırmalara duyduğum güvensizliğe rağmen sözünü ettiğim araştırmayı ciddiye almama sebep olan şeylerden biri de zaten Golding’in romanı. Demek ki sadece kendi gözlemlerim değil, mesela Golding’in gözlemleri de benzer şeyler söylüyor diye düşünmüştüm.

***

Genellikle akşamları yatarken, ertesi sabaha dair bir programım olmaz. Ama gurbetteki kızımın bana geldiği bir gece, ertesi sabah onunla kahvaltı etme hayaliyle yatmıştım. Ertesi sabah beni telaşla uyandırdılar. Bir vakitler danışmanlığını yaptığım bir kurumda bir kriz çıkmıştı. Gönülsüz de olsa, kızım uyanmadan işimi bitirebilirim ümidiyle gittim. Hiç tahmin etmediğim bir telaş ve dağınıklıkla karşılaştım.

Mühim olan yanı şu: Benzeri bir krizle ben de daha önce hiç karşılaşmamıştım. Dolayısıyla ne yapılması gerektiği hususunda, en azından oradaki herkes kadar cahildim. Oradakiler bana göre daha avantajlıydı, çünkü hiç değilse kurum hakkında benden daha çok bilgi sahibiydiler. Ama birkaç dakika içinde hissettim ki, eğer “ama bu şartlarda ne yapılacağını bilmiyorum” desem, çöküntü büyüyecek, büyük bir fiyasko yaşanacaktı. Aslında dürüst davranmak adına böyle şeyler mırıldandım da… Ama duymazdan geldiler. Bana bir rolü dayattılar yani. Ben de sanki bu krizi yönetebilecek vasıflara sahipmişim gibi davranmak zorunda kaldım. Aslında doğru karar lazım değildi, bir karar lazımdı. O kararı verme rolünü de bana yüklemişlerdi.

Neyse…

Birkaç saatimizi aldı ama akşamüstüne doğru, artık durum kontrol altına alınmıştı.

Kendimce aldığım dersleri özetlemeye kalksam sayfalarca yazmam gerekir. Ama şunları söylemeden geçmeyeyim: Elbette benim hakkımda daha önceden sahip oldukları intiba mühimdi. Yoldan geçen herhangi biri binaya girse ve benim gibi davransa, benzer bir netice ortaya çıkmayacaktı. İlaveten, ben bana yüklenen rolü üslenmemek konusunda ısrarlı davransam da mekanizma işlemeyebilirdi. Ama bana çok seçenek bırakmamışlardı. Son olarak, elbette bütün süreç son derece olumsuz bir biçimde gelişebilirdi. O vakit fatura, muhtemelen, bana çıkarılacaktı. Ama işler yoluna girdi ve bana duyulan güven yükseldi. Hem ilgili kurumdaki —zaten imtiyazlı olan— konumum daha da güçlendi, hem de benim kendime duyduğum güven yükseldi. Yani başlangıçta mevcut olan küçük fark, süreç içinde büyüdü, kararlılaştı. Kendilerinden vererek, beni büyüttüler yani.

***

Benim açımdan en ufuk açıcı araştırmalardan birinde, bir kafes ortasından ikiye bölünüyor. Kafesin her iki bölmesine de fareler konuyor. Kafesin bölümlerinden sadece birinde bir düğme var ve kafesin zeminindeki ızgaraya verilen elektriği kesebiliyor. Sonra ızgaraya elektrik akımı veriliyor. Fareler kaçışıyorlar —ama elbette elektrik akımından kurtulabilecekleri bir alan yok. Bir süre sonra, düğmeli bölmedeki fareler, düğmeye bastıklarında akımı kesebildiklerini keşfediyorlar. Sonra yine akım verildiğinde, düğmeye basıp akımı kesiyorlar.

Bu süreç defalarca tekrarlandığında, iki bölmedeki fareler arasında belirgin bir fark oluşuyor. Düğmesiz bölmedeki fareler köşelerine çekilmiş, içlerine gömülmüş, mat tüylü farelere dönüşürken, diğer bölmedekiler canlı, parlak tüylü fareler olarak kalıyorlar.

Bu deney, kontrol zannının psikolojik ve sosyal neticeleri hakkında sayfalarca konuşmayı tetikleyebilecek bir deney, bana kalırsa. Ama şimdilik derdim başka. İki grup arasındaki farkın aslında, hormon farkından ibaret olduğuna işret etmek istiyorum. Düğmesiz bölmedeki fareler bolca endorfin üretirken, diğerleri bolca testosteron üretiyor. Ve, bünyenizin ürettiği hormonun şu değil de bu olması, görünüşünüzü, dünyayla ilişkinizi ve sosyal rolünüzü tayin ediyor. Elinizin altında bir düğme olması da, bünyenizin şu değil de bu hormonu üretmesine kâfi gelebiliyor.

Nokta.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin