Erdoğan Gibisi Yok
Akif Beki, Hürriyet’teki köşesinde, tek başına, kahramanca bir mücadele veriyor. Türlü çeşitli misallerle deyip durduğu şey şu: Siz ey Avrupalı, Amerikalı Türkler, Türkiye’de bir şeylere itiraz edip duruyorsunuz ama itiraz ettiğiniz her şey, sizin kıbleniz olan Avrupa’da, Amerika’da da tastamam aynen olup duruyor.
Bir: Beki’nin karşısına aldığı kesimlerin, onun konumlandırmaya çalıştığı gibi, Avrupa’ya, Amerika’ya secde edip durdukları varsayımı çok şüphe götürür. Ama Beki’nin böyle inceliklerle işi olmadığı malum. Eski patronuna kıyak yapıyor aklınca, onun hasımlarını biçimsiz bir biçimde konumlandırıyor. Eh, bu akıllarla bir dönem Erdoğan’a kılavuzluk yaptığı hesaba katılırsa, Erdoğan’ın burnunun neden boktan kurtulmadığı da anlaşılıyor.
İki: Avrupa’da, Amerika’da Beki’nin dediği şeyler oluyor. Mesela İngiliz İşçi Partisi lideri veya Obama da basından şikâyetçiler. Veya Almanya’da da polis şiddet kullanıyor. Ama bu veriler, Beki’nin neticede iddia ettiği şeyin, yani Türkiye’nin dünya normallerinde olduğunun delili olarak zerre kadar işe yaramaz. Neticede Ronaldo da gol kaçırıyor ama bu onun, Almeida’dan başka bir kategoride olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
***
Kendi hesabıma, başından beri Erdoğan’a karşıyım. Ama Erdoğan hakkındaki notumu, muhtemelen sizin hafızanızda saklamaya bile değer görmediğiniz bir vukuatı neticesinde verdim. Esed’le kanka olduğu günlerde yaptığı Suriye gezisi sırasında, Şam’da, Emevi Camiinde, ahalinin bağladığı çaputları “dinde bu yok” diye kestiğinde.
Bu vukuat benim için neden mühim? Çünkü Erdoğan kendi bildiğini doğru din diye tarif etmiş, kendi dinini dindarların dininin üstüne yerleştirmiş oluyor. Herkes kendi dininin doğru din olduğunu düşünür, ne var bunda? İşte mesele tam da burada başlıyor zaten. Kendi dininizi doğru din olarak görüp onu yaşamak başka, başkalarının dinini düzeltmeye, doğrultmaya yeltenmek başka.
Bu vukuat benim için mühim ama siz hatırlamıyorsunuzdur bile. Çünkü siz de, muhtemelen, başkalarını doğrultmakta bir beis görmüyorsunuz. Eğer doğrultmaya yeltenemiyorsanız, elinizde kâfi kudret olmadığından. Bir olsa…
Bu arada… Şam’da bu haltı yiyen Erdoğan, Eyüp Sultan’daki çaputları kesmeye yeltenmiyor. Neden? Malum. Şam’da neden yeltendi? Eh, o dönemki kankası Esed de tastamam onun kafasındaydı ve Erdoğan, Türkiye’de özlediği ama o dönemde henüz sahip olamadığını hissettiği atmosferi, Esed sayesinde Suriye’de solumuştu. Şimdi de Esed ile aralarında mahiyet farkı yok, ahaliyi doğrultmak gerektiği kanaatini paylaşıyorlar. Sadece doğrultmaktan anladıkları şey farklı. Tekrarlayayım: Siz de muhtemelen aynı ruh durumuna sahipsiniz.
***
Erdoğan’a notumu o vakit vermiştim ve fakat kendimi şiddetli bir tehdit altında hissetmem, birkaç yıl sonra oldu. Karne dağıtım töreninde, karnesini verdiği çocuğa “benim kızımın adı da Sümeyye ama o isim seninki gibi yazılmaz, söyle babana düzeltsinler” dediğinde, birkaç çocuk sonra “bu ne biçim soyadı, söyle babana değiştirsinler” dediğinde… Beki’nin “ama işte oralar da Türkiye gibi” deyip durduğu ülkelerin herhangi birinde bir Başbakan böyle bir laf etse, o saat onu tımarhaneye kapatırlar.
Babam kendi kızına Zeyneb adını koyduğunda, ismin b harfiyle yazılmasında ısrar etmiş. Zeyneb isminin doğrusunun b ile yazıldığını biliyor demek ki. Yani o böyle biliyor ve önemsiyor. Ama bunu yaparken, “elime bir imkân geçse de bütün Zeynep’leri Zeyneb yapsam” diye içinden geçmiş midir? Zannetmem.
Anlatabildim mi derdimi? Bir insanın bir takım doğruları olmasında bir beis yok. Herkesin doğruları var. Memleketin her kahvehanesinde, her masanın başında oturan her bir kişinin, diğerlerinden farklı doğruları var. Doğrularını da şiddetle müdafaa ediyorlar. Benim burada yaptığım gibi. İnsanların doğrularının olmaması tuhaf olur. Ama insanların kendi doğrularını kendi doğruları olarak görmeyip biricik doğru, “the doğru” olarak görmeleri başka bir şey.
Ne kadar başka bir şey? Çok başka, çok çok başka bir şey.
Mesela Muhteşem Süleyman’da yoktu böyle bir algı. Mustafa Kemal’de yoktu. Hitler’de bile yoktu. Bulgaristan’da Jivkov Türklerin ve Türk köylerinin isimlerini değiştirirken (veya Türkiye’de devlet Kürtlere isim dayatır, Kürt köylerinin ismini değiştirirken), isimlerin doğrusunun kendi koydukları isimler olduğunu iddia etmiş değillerdi. Bir sindirme aracıydı isimleri dayatmak. İsimlerin doğrusunu bildiğini zannetmek, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir şey. Dolayısıyla diktatör olarak, faşist olarak adlandırıldığında bile eksik kalıyor.
Erdoğan sahiden de, benzeri olmayan, benzeri görülmemiş bir vaka.
***
Tekrarlayayım:
Bir: Sizin de, muhtemelen Erdoğan’dan pek farkınız yok. Elinize kudret geçse Erdoğan’ın yaptığını yapmazsınız herhalde, isimleri onun değiştirdiği gibi değiştirmeye kalkmazsınız mesela. Ama isimleri doğrultabileceğinizi hissettiğiniz anda, nüfus kayıtlarına girip bütün isimleri doğrultabilecek olsanız, bunu yapmakta bir tuhaflık görmezsiniz. Mesela bütün Sümeyye’leri Sezen yaparsınız, filan. Ahalinin inançlarını doğrultabilecek gücünüz olsa, muhtemelen zerre tereddüt etmezsiniz.
İki: O halde Erdoğan’ı bu kadar başka kılan ne? Beki’nin “işte onlar da bizim gibi” dediği ülkelerde, karşılıklı denetim mekanizmaları işliyor. Obama da basından şikâyetçi ama uluorta çıkıp “ey basın patronu, filancayı işten at” diyemiyor. Demeyi aklından bile geçiremiyor. Çünkü dediği zaman başına neler geleceğini biliyor. Erdoğan ise, 12 Eylülcüler sayesinde, ne kadar zırvalarsa zırvalasın başına bir şey gelmeyecek bir düzen tesis edilmiş olduğunun farkında.