Erdoğan mı, ABD mi?
Beni bilen bilir, yıllar önce Lahey ihtimali ilk belirdiğinde, “Türkiye kendi suçlularını kendisi yargılayıp, kendisi cezalandırmalı” dedim. O gün bugündür aynı kanaati muhafaza ediyorum. Hâlâ da aynı kanaatteyim.
Neden böyle düşünüyorum, anlatması uzun sürer. Basitleştirmeye kalkarsam diyebilirim ki, mesela Erdoğan’ın uluslararası bir mahkemede yargılanması, Türkiye’de siyaset yapmanın zaten son derece kırılgan olan sosyolojik zeminini iyiden iyiye ortadan kaldırabilir. Nesiller boyu müessir olabilecek artçı depremleri tetikleyebilir. Türkiye için fena olur yani. Olmasın.
Olmasın.
Olmamasının yordamı neydi? Türkiye kendisi, etrafı rahatsız edecek, herkesin içini kaldıracak kadar fena kokmaya başlamadan önce, hamama girip arınmayı tercih etmeliydi. Normal şartlarda siyaset denen kurum, bütün toplumlarda (a) kendisi kirlenmiş, toplumu kirletiyor olanların yerlerinden edilmesini ve (b) böylelikle “arınmış olarak yeniden başlama” hissini imal etmeyi sağlayan kurumdur. Siyasetin “değiştirilebilirlik” hususiyetine sahip olması bu yüzden elzem.
AKP kurulurken, kurucular arasında yer alan bir arkadaşım, “işte senin istediğin gibi, Genel Başkan en çok iki dönem başkanlık yapabilecek” dediğinde, “ben ‘değişsin’ demiyorum, temiz kalmışsa değişmesin, ama ‘değiştirilebilir’ olsun diyorum” demiştim. Ve “göreceksin bak, ilk değişen tüzük maddesi de bu olacak, siz Erdoğan’ı sırtınızdan atamayacaksınız” diye eklemiştim.
Öyle oldu.
Muhalifler sosyal medyada ve ellerine geçirebildikleri diğer mecralarda “memleket topyekûn hırsız ve ahlaksız, ondan oluyor” türünden idealist tespitlerle hali açıklamayı pek seviyorlar. Çoğu da, sorsanız, solcu. Hâlbuki Marks demişti, maddi şartlara bakmak lazım. Mevcut siyaset düzeninin, içinde bulunduğumuz neticeyi doğurması kaçınılmazdı. Başlangıçta ne Erdoğan böyleydi ve ne de etrafındakiler… Maddi şartlar, yani normal yollardan partinin genel başkanının değiştirilemez olması ve yine normal yollardan iktidarın değiştirilemez olması, bizi bugünlere getirdi.
AKP’nin içindeki herkes kirli. Olağanüstü kirli. İktidarı normal yollardan kaybedebileceklerini hissettikleri Gezi’den bu yana o kadar hızla kirlendiler ki, eğer düşerlerse hesabını vermek zorunda oldukları suçlar o kadar büyüdü ki… Göze alamazlar.
Daha önce vida metaforuyla anlatmıştım. Eğer vida dübele kaynamışsa, vidayı sökmeniz gerektiğinde dübel de elinize gelir. Dübel duvara kaynamışsa, duvar da gelir. Vida değiştirilebilir olsaydı, hepimiz için —ve vida için de— iyi olacaktı.
O noktayı çoktan geçtik.
Erdoğan’ın —kendisini kurtarabilmek için bütün Türkiye’yi yangın yerine çevirebilecek kadar— gözü kararalı çok oldu. Yanındaki, yamacındakilerin de kendi kaderlerini Erdoğan’ın kaderine kaynatmalarının üzerinden bir hayli zaman geçti. Aynı gemideler. Şimdi bizim kaderimizi de kendi kaderlerine kaynatmaya çalışıyorlar. Önümüze iki seçenekli bir soruyla geliyorlar: Erdoğan’ın mı, Amerika’nın mı yanındasınız?
CHP’si, Akşener’i… Bu oyunu bozacak bir cevvaliyet sergileyemiyor. Utangaç bir takım laflar filan… Önümüze konan sorunun cevap şıklarının arasına sıkışmışlar.
Soru saçma.
Temiz, kendisini temizleyebilir bir ülkede yaşamak istiyorum ve bunun sağlanabilmesinin biricik yolu Erdoğan ve çetesinin doğru dürüst bir yargı önünde, on beş yıldır yapıp ettiklerinin hepsinin hesabını vermeleri. Cemaati devletin içine sokmalarının, üç kuruşluk maliyeti olan köprüleri otuz kuruşa yaptırıp komisyonlarını peşin aldıktan sonra kalan ekstra yükü birkaç neslin sırtına yüklemelerinin, Kürt barışını yönetmeyi beceremeyip kendi beceriksizliklerini memleketin şehirlerini bombalamaya bahane kılmalarının, camilerde alenen siyasi propaganda yapmalarının ve böylelikle dini memleket için ciddi bir tehdit haline getirmelerinin…
Saymakla bitecek mi?
Bitmeyecek. Ve gördüğünüz gibi, herhangi birinin hesabını size sorabilecek olsalar, o hesabı vermekten kaçmak için akla gelmez işler yaparsınız. Daha da kirlenirsiniz yani.
Yani? Erdoğan ve çetesinin yanında olmak, sadece Türkiye’ye karşı olmak manasına gelmiyor. İnsan olmanın haysiyetine de bigâne olmanız gerekiyor. Eh, “Erdoğan mı, Amerika mı” diye sorulursa soru, öteki seçenek de içe sinecek şey değil.
Siyaset, sorunun böyle sorulmayabileceğini bilmek, yeni bir soru, makul, içe sinecek en az bir cevap seçeneği barındıran bir soru sorma becerisidir zaten. Rakibinizin lügatine hapsoluyorsanız, rakip filan değilsiniz demektir. Siz olmasanız da olur.
***
Hal —bence— bu kadar basit.
Türkiye, uzun süredir, çok fena kokuyor. Temizlenme imkânları yok, çünkü muhalefet yok. Çünkü siyaset yok. Erdoğan ve çetesi, Türkiye’nin kaderini kendi kaderlerine raptederse, raptetmeyi başarırsa, “aa, ama Türkiye’ye yazık” denmeyecek. Kendisi temizlenip dünyanın makul bir unsuru olmayı beceremeyen Türkiye’yi temizleyecekler. Yani dünyayı Türkiye’den temizleyecekler.
Kirlenmek tabiat kanunu. Temizlenmemek tercih.