Erozyon Var, Erozyoncuk Var

Erozyona şöyle değil de böyle bakmak mühim.

PKK mesela, son kırk yılda birçok şeyi değiştirdi. Devlete ne yaptığının pekâlâ farkındayız. Maddi ve beşeri maliyetleri hakkında saatlerce konuşabilecek kadar malzeme de birikti herhalde. Ama bir şey daha yaptı ki, belki de yaptıklarının içinde en kalıcı ve en müessir olan o: Muhtelif kabilelere dağılmış olan Kürtleri taşıyıp, bir Kürtlük ovası imal etti. Yani ki —bildik terimlerle söyleyecek olursak— bölgedeki feodaliteyi geriletti. Tabir caizse, Kürtleri milletleştirdi.

Bizim gençliğimiz boyunca, Kürt meselesine serinkanlı yaklaşmayı deneyen herkesin vardığı durak, bölgedeki ağalık düzeniydi. Ağalık demek fazla mahalli ve alaturka kaçtığından feodalite demeyi tercih ediyor, daha evrensel takılmış oluyorduk. Ama evet, neticede, bildiğimiz çözümlerin hiçbirine uymuyordu Güneydoğu’nun problemleri. Bildiğimiz çözümlerin hiçbiri tatbik edilebilir değildi.

Güneydoğu’daki sosyal doku arkaik bir şeydi. Hayatta kalması, hayatta kalırsa sancı yapmaması imkânsızdı. Dolayısıyla bir yığın faktörün aşındırmasına maruzdu. Mesela 1950 sonrasında hızlanan göç, Kürtlerin önemli bir bölümünü şehirlileştirdi. Şehirlileşen Kürtler, geride kalmış olan akrabalarının dünyayla ilişkilerini değiştirdiler. Ve saire… Ama bölgenin sosyal dokusuna en ağır darbeyi PKK vurdu. Otuz yıl gibi, milletlerin tarihinde çok kısa sayılabilecek bir süre içinde Türkiye Kürtlerinin sosyal ilişkileri tamamen çözüldü.

PKK’nın bunu kastettiğini söylemiyorum. Belki de kastetmiştir, bilemem. Ama netice böyle oldu. Elbette neticenin şimdi olduğu gibi olmasında sadece PKK müessir olmadı, devletin gösterdiği reaksiyonun şöyle değil de böyle olması da müessir oldu. Zaten hep öyle olur. Tekrarlayayım, all evolution is co-evolution. Kürtler değişti, PKK değişti, devlet değişti ve bizler değiştik.

Olan şey, benim baktığım yerden bakıldığında, erozyondan başka bir şey değil. Bir yerler kelleşirken, başka yerlerde verimli olabilecek ovalar teşekkül ediyor. “Ah eski güzel günler” diye bakılınca görülemeyen ovalar…

Kürtlerin evrimi konusunda şunları söylemeden bitirmeyeyim:

(a)    Bu sürecin neticesinde, bence, bugün, bu coğrafyanın en tayin edici aktörü Kürtler haline geldi.

(b)   Kürtlerin arasında Türkiye Kürtlerinin ağırlığı daha yüksek.

(c)    Kürtlerin evrimi, ne kadar evrenselleştirilmeye çalışılırsa çalışılsın, özel bir hal. Avrupa feodalitesine benzer bir düzen değildi Kürtlerin düzeni, Avrupa feodalitesinden sonraki safhaya geçilmiş de değil. Ancak yaşananların benzersizliğini fark edenler, mevcut değişimden bir randıman elde edecekler.

Gelelim AKP’ye…

AKP, PKK’nın Kürtler üzerinden yaptığının bir benzerini, çok daha hızlı bir biçimde, memleketin başka bir sosyal kesimi üzerinden yaptı. Ama tersine…

PKK bir ırmağın toprağı sürüklemesi gibi bir iş yaptıysa, AKP rüzgârın toprağı savurması gibi bir iş yaptı. Tayfun bana erozyonun iyi bir şey olabileceğini ima ettiğinde, biraz da savunma içgüdüsüyle, kendi tutumuma mazeret bulma ümidiyle, hemen “ama ırmak başka, rüzgâr başka” diye düşünmüştüm. Kendimi böyle defansif bir biçimde yakalamamdan utandığım için de, düşündüğümü dile getirmemiştim. O günün üzerinden yıllar geçti. Şimdi kavramlara daha serin yaklaşabiliyorum. Ve evet, bana öyle geliyor ki, ırmak başka, rüzgâr başka. Rüzgârın toprağı savurmasından, İkinci Kanuna muhalif bir hal zuhur edebiliyorsa, ben bilmiyorum.

Size ters gelebilir ama söylemesem olmaz. AKP’nin savurduğu kesimleri, yani Cumhuriyetle bir meselesi olan kesimleri, Cumhuriyet biriktirmişti. Cumhuriyetin kastı bu değildi, yani o kesimleri biriktirmek değildi, biliyorum. Ama onlar, Cumhuriyetle bir meselesi olma ortak paydası üzerinden birbirlerini bulmuşlar ve bir yığın haklı hassasiyet edinmişler, dünyanın kalanına karşı bir program taslağı, bir manifesto taslağı inşa etmişlerdi. Muhtemelen Cumhuriyetin, Türkiye’nin ve bölgenin en yaratıcı işlerini işleyebilecek kıvama da gelmişlerdi. Tanzimat’tan bu yana bu topraklarda imal edilmiş her türlü muhalefetten hisselerini almış, onları derlemişlerdi. Sözünü ettiğim süre, milletlerin tarihi için bile anlamlı bir süre ve bu sürede çok şey birikmişti.

AKP rüzgârı onları savurdu.

Sözünü ettiğim kesim, şimdi, on küsur yıl içinde, Tanzimat’a döndü. Cumhuriyetin değil, ta Tanzimat’ın rövanşını almaya kalkan nevzuhur bir Tanzimat aklı halini aldı. Meseleleri Tanzimat’la ve sonrasıyla idi, “Tanzimat öyle değil böyle olur” noktasına gerilediler. AKP yaslandığı kesimlerden memleket, bölge ve insanlık için yeni bir şey çıkarmaya kalkmak yerine, onları başladıkları noktaya dağıttı. Yüz elli yıl önceye attı.

Mesele din meselesi değil. Hiç olmadı.

Ne peki?

İlber Ortaylı’nın İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı kitabını çok severim. O kitapta gördüğümü özetlemeden hatırlatayım: Avrupa’nın karşı konulamaz yükselişine reaksiyon olarak, daha önce, Japonlar ve Ruslar Avrupalılaşmayı seçmişlerdi. Feyerabend’in aktardığı kadarıyla, mesela Meiji restorasyonu sırasında Japonlar, Avrupa aklını barbarca buluyorlardı. “Barbarca… Ama eğer yok olmak istemiyorsak, o akla makbul bir şeymiş gibi davranmak zorunayız.” Ortaylı’nın anlattığı şekliye, Türklerin 19. Yüzyılı daha saygıdeğer bir süreç gibi görünüyor. Avrupalılaşmadan hayatta kalmanın yollarının arandığı, neredeyse her şeyin didiklendiği bir dönem.

Daha önce başka yerlerde söylediğimi tekrarlayayım: Cumhuriyet, üç yüzyıllık yenilmişliğe yüz yılda geliştirilen merhemdi. Tatbikata bakacak olursak, 19. Yüzyılın, o müthiş arayış döneminin bir netice vermediği söylenebilir. Ama mayalanmış birçok şey vardı. Onlar, bugün AKP’nin savurduğu kesimlerde mayalanmışlardı. Bulmuş olanlar, yani Cumhuriyetin makbul çocukları, yani Avrupalılaşamamış olsalar da Avrupa’ya teslim olmuş olanlar, arıyor olanlarla, hâlâ aramayı sürdürüyor olanlarla, yani bugün AKP’nin savurduğu kesimlerle rekabet edebilecek zihinsel ve ruhsal donanıma sahip olmadıklarından, onların ne yapıyor olduklarını anlayabilecek donanımları olmadığından, onları etiketlemişlerdi. Din, arayanların meselesi değildi, olmadı. Bulmuş olanların meselesiydi ve hâlâ öyle.

AKP, bulmuş olarak geldi. Ve bulduğu, 150 yıl önce bulunanın ayna simetriği.

Yazık.