Esas Oğlan
Davutoğlu, birçok bakımdan son derece elverişli bir konjonktürde sahneye çıkmıştı. Yazmıştım, bana göre —AKP cenahında çok da rastlanmayan bir biçimde— akıllıca da davranmıştı. Ama en yapmaması gereken şeyi yapıp “küçük Erdoğan” olmaya kalkınca, fena halde dağıldı. Bundan sonra iflah etmez diye düşünüyorum.
Devam etmeden işaret edeyim: “Halk Erdoğan’a rey veriyor, demek ki Erdoğanlık talep ediyor” mantığı yanlış. Halk Erdoğan’da Erdoğanlığa rey verebilir ama Davutoğlu’nda, Kılıçdaroğlu’nda veya bir başkasında gördüğü Erdoğan mukallitliğine rey vermez. Aksine, Erdoğan’dan başkasındaki Erdoğanlık, kendisinin aleyhine, Erdoğan’ın lehine çalışır. Çocuğunuz çikolatayı sever. Ama mesela makarnayı da sever. Makarnayı çikolataya buladığınızda ise yemez. Eğer çocuğunuzun önüne çikolata ve makarna servis ederseniz, birinden birini seçer. Bir yanda çikolata, yanında da çikolatalı makarna servis ederseniz, çikolatayı tercih eder. Erdoğan, rakiplerinin yıllarca bu basit hesabı yapamaması yüzünden şimdi sahip olduğu zemini kazandı. Dolayısıyla durmadan çikolata yiyip durmak zorunda kaldı ahali ve mide fesadına uğradı. Şimdi şöyle doğru dürüst bir makarna servis edilse, muhtemelen iştahla saldıracaktı. Davutoğlu, müktesebatı itibariyle, makarna gibi sunulabilecek biriydi. Kendisini harcadı.
Gelelim Erdoğan’a…
Her nasıl bir çocukluk ve gençlik yaşadıysa, herkes kendisini sevmeden içi rahat etmiyor gibi görünüyor. Sevgi açlığının bu kadarına ender rastlanır. Ama asıl mesele sevgi açlığından kaynaklanmıyor. Kendisini sahiden herkes tarafından sevilmeyi hak eden biri olarak görüyor. Herkes çikolatayı sever, öyle değil mi? Eğer Erdoğan’ı sevmiyorsanız yani, mutlaka vardır bir hainlik…
Eh, hayat öyle değil. Bir defa herkesin sevdiği hiçbir şey yok dünyada. Hayatı bile sevmeyebiliyor bazıları ve kendilerini öldürüyor mesela. İkincisi, bizim her birimizin sevmediği birçok kişi var ve sevmediğimiz insanın sevdiğine karşı mesafe koyarız. (Daha önce, bebeklerde bu eğilimi ortaya koyan araştırmaları paylaşmıştım.) Biz partilere ve erişemediğimiz genel başkanlarına göre değil, aynı kahvede okey oynadığımız, aynı işyerinde birlikte çalıştığımız, erişebildiğimiz insanlara göre pozisyon alırız. Buradan sosyal mahalleler ve siyasi tutumlar zuhur eder. Üçüncüsü, sevgi sevilen öznenin bir vasfı, bir marifeti değil, seven özne ile sevilen özne arasındaki arayüzün (interface) bir fonksiyonudur. Sevgi sevilende olmaktan çok, sevendedir yani. Ve sadece sevgi değil, diğer duygular da…
Diğer duygular da… Mesela korku da… Erdoğan korkuyor. Dehşetli korkuyor. Korktuğu şey ne kadar gerçek bir şey, sormak manasız. Tastamam aynı şartlarda korkmayacak bir yığın insan vardır ama. En azından korkunun ecele faydası olmadığını idrak edebilecek bir yığın insan… Erdoğan onlardan değil. Demek ki neymiş? Korku korkutanda (veya korkulanda) değilmiş. Sevgi de sevilende değil…
Erdoğan dehşetli korkuyor ve bu korku ona olmayacak şeyler yaptırıyor. Ben duyguları önemserim ama bu tür tahlilleri şahısların duyguları üzerinden yapmayı da genellikle tercih etmem. Şimdi bu mevzulara dalma ihtiyacı hissettimse, diğer bütün faktörlerin hızla soluklaşması yüzünden.
Erdoğan kendisinin “doğru” olduğu için tercih edildiğini, dolayısıyla herkesin de tercih edilmek için kendisi gibi olması gerektiğini varsayan bir zihinsel koda sahip olduğundan, Davutoğlu’nun “küçük Erdoğan”lık oynaması hoşuna gitmiştir. Ama “küçük Erdoğan”lık Davutoğlu’nun üzerinde sakil durunca ve Davutoğlu dağılınca… Sandık tehlikeye girince… Erdoğan hesabın eninde sonunda kendisine sorulacağını hissettiğinden, korkuları dehşetli büyüdü. Şimdi yapılıp edilen bunca zırvalık, bu korkunun neticesi…
E, peki bunlar sandığa nasıl yansıyacak?
Erdoğan farkında değil ama ona rey verenler onu sevdiklerinden rey vermediler. Daha doğrusu, evet, ahali çikolata seviyor ama her öğün çikolata yiyemez kimse. Ama… Erdoğan bir sembol.
Meseleyi siyaset dışına, her zaman yaptığım gibi futbola taşıyayım, belki daha kolay anlaşılır. Aziz Yıldırım, Erdoğan’ın futbol alanındaki izdüşümü. Fenerbahçelilerin giderek artan bir kesimi, Yıldırım’dan nefret etmeye başladı, sevmek nerede… Ama Yıldırım’ın yenilmesi, Fenerbahçe’nin yenilmesi manasına geliyor ve buna katlanabilecek Fenerbahçeli sayısı az. Fenerbahçelilerin büyük çoğunluğunun ruh durumu şöyle özetlenebilir: Aziz Yıldırım yenilse de Fenerbahçe bu adamdan kurtulsa… Mesela bu sezon Beşiktaş şampiyon olsa, sezon arasında kulüp bir kongreye zorlansa veya başka yollarla Yıldırım sepetlense…
Ama… Ya Yıldırım kaybederken Galatasaray şampiyon olur da dördüncü yıldızı Fenerbahçe’den önce takarsa? Aha işte tam da orada işler sarpa sarıyor. Fenerbahçelilerin arasında bunu içine sindirebilecek neredeyse kimse yoktur.
Yıldırım nasıl Fenerbahçe’nin kaderini kendi kaderine ilikleyerek kendisini garanti altına aldıysa, Erdoğan da bir kesimin kaderini kendi kaderine ilikledi. Daha önce kullandığım kelimelerle söyleyecek olursam, ahalinin bir kesimiyle ortak borç yaptı ve bu borcu büyütüp duruyor. Onu boşayacak olanlar, alacaklıların kapıya dayanmasından korkuyor.
Erdoğan’ın yeniden sahadaki esas oğlan olması, seçimin atmosferini değiştirebilir yani…