Esneklik
“Okulu abartıyoruz, kendisinden beklenen şeyleri yapamaz” dedim ama…
İttihatçılar okumuş çocuklardı. Okulda onlara, besbelli, bir yığın şey öğretilmişti. Her biri başka şeyler öğrenmiş olabilirler ama hepsinin öğrendiği ortak bir şey vardı: Âlemin nasıl bir şey olduğu. Şöyle akıllıca müdahale ediliverirse her şeyin yoluna sokulabileceğini, muhakkak okulda öğrenmiş olmalılar. Herhalde okullarda öyle bir müfredat yoktu ama mesela nesillerdir eriyip duran İmparatorluğu ayağa kaldırabileceklerine sahiden de inanmış olduklarını düşünmemiz için çok sebep var.
Toffler işaret etmişti zaten, okul, müfredatında olmayan bir şeyi, bir “mindset”i, bir dünya kavrayışını sokuşturur öğrenciye. Aydınlanma aklı deyip durduğum şey, okulda edinilen bu dünya kavrayışı…
İttihatçılar samimiyetle, fedakârlıkla, gayretle yaptılar doğru bildiklerini. İşler tahmin edildiği gibi gitmedi. “Galiba hata ediyoruz” demediler, hainler icat ettiler. “Yedi düvel bize karşı” dediler. Ve nihayet “bu ahaliyle bu kadar” dediler.
Cumhuriyetçiler —bir dönem birlikte yürüdükleri, aralarından çıktıkları— İttihatçıların dünya kavrayışlarını sorgulamadı. Ondan şüpheleri yoktu. İttihatçıların hain, satılmış olduklarını varsayarak yola çıktılar. Aynı yolda yürüdüler. Aynı neticelere vardılar.
Bu arada dindarlar okudu. Daha iktidarı ele geçirmeden, Cumhuriyetçileri hain bellediler. İpler bir onların eline geçerse görecektiniz neler olacaktı… İpleri ele geçirdiler…
…Ve neler oldu görüyorsunuz.
***
Dünya, öyle masa başında, birilerinin derin aklı ve ilmiyle biçimlendirilebilecek bir dokuya sahip değil. Öyle olsaydı, hadi bizim mebzul miktarda hainimiz var, ama mesela Arjantin, Hindistan, Angola, Afganistan filan belini doğrulturdu. Yani hiç değilse biri… Öyle olmadı. Dünyanın zenginlik haritası yüz yıl önce nasıldıysa, bugün de az çok öyle.
Okulu keşfetmiş ve bizden önce yaygınlaştırmış olanlar, çocuklarına dünyanın nasıllığını okulda öğretmiş olduklarından zengin olmadılar. Zaten zengindiler. Zengin oldukları için çocuklarını bizden daha önce ve daha yaygın olarak okutabildiler.
***
Burası Türkiye… Burada her lafı her manaya çekebilecek çok kişi var. “Okulları kapatalım” veya “çocuklarımızı okula göndermeyelim” demiyorum. Ama okulda bize bir şeyler oluyor, farkına varalım diyorum.
***
Diyelim tansiyonu yüksek birine bir hap verdiniz, tansiyonu düştü. Benzer bir derdi olan başka bir hastaya da aynı hapı verirseniz, tansiyonu düşebilir. Ama mesela zenginlik bahse konu olduğunda böyle bir reçete yok. Çünkü dünyada tansiyon insanlar arasında üleşiliyor ve birininki düşerken ötekininki yükseliyor değil. Ama zenginlik üleşiliyor. İktisat, elbette, sıfır toplamlı bir oyun değil, aynı süreçte herkes kazanabilir. Ama eşit miktarda kazanamaz. Zenginlerin daha çok kazanması daha yüksek ihtimal.
Hiçbir vakit herkes aynı reçeteyi tatbik ederek eşit miktarda zenginleşmedi. Öyle olsaydı, daha önce de işaret ettiğim gibi, Harvard Business School’lar filan açıldıktan sonra, hiç değilse Amerika’da, batan şirketlerin oranında bir düşme olurdu. Olmadı, olmuyor.
İktisat sosyal ilişkilerden zuhur eden bir şey. Okul bize, sosyal ilişkilerden zuhur eden şeylerin hiçbiri hakkında gerçeğe uygun bir kavrayış vermiyor. Çünkü okul bir fabrika ve müfredatının herhangi bir yerinde öyle bir mesaj olmasa da, âlemin bir fabrika gibi düzenlenebileceği zannını sokuşturuyor öğrenciye. Sonra, bir vakitler Cem Yılmaz’ın dediği gibi, okuldan sonra, okulda edindiğimiz zanlardan arınmaya çalışmakla geçiyor ömrümüz.
***
İmparatorluk neden battı?
Okulları bitirdikten yıllar sonra, bu sorunun yanlış olduğunu fark ettim. Bence doğru soru, “İmparatorluk neden daha önce batmadı” sorusuydu. Çünkü son üç yüzyılın tarihine bakınca, bence aşikâr görünüyor ki, dünyanın siyasi ekosistemi, İmparatorluğun uyum sağlayabileceği gibi bir şey olmaktan çıkmıştı. Dünya değişmişti ve o dünyada akıl, güç, veya istediğiniz herhangi başka bir enstrüman, İmparatorluğu ayakta tutmaya yetmezdi.
O halde, bence kıymetli olan soru şu: “İmparatorluk neden battı” sorusu nasıl bir zihne düşer? “İmparatorluk neden daha önce batmadı” sorusunu değil de “imparatorluk neden battı” sorusunu sormamız için nasıl bir kavrayış gerekir?
Dinozorlar yok oldu. İhanete uğramadılar. Yeryüzünün bütün türleri bir araya gelip dinozorlara komplo filan da kurmadılar. Şartlar değişti. Şartların değişiminde dışsal faktörler de etkili olmuş olabilir ama muhakkak dinozorların etkisi de azımsanmayacak boyutlardaydı. Tabiatta her şey, kendisi için gerekeni tüketerek hayatta kalır. Dolayısıyla tabiattaki her şey, yeterince yaşadığında, kendisi için gerekli olanın kıtlaşması gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır.
İmparatorluğu lüzumundan fazla yaşatmıştık. Şimdi bir ulus devleti, şaşırtıcı derecede kısa bir sürede batırıyoruz. Dünya değişiyor. Her zamanki gibi —ve galiba her zamankinden biraz hızlı değişiyor. Ama bizim kurduğumuz ulus devlet gecikmiş olarak kurulduğundan, yani biraz da İmparatorluk vakitlice batıp gitmediğinden, olması gerektiği kadar esnek olmadı. Şartlara uyum sağlayabilecek şekilde tasarlanmadı. İlelebet payidar kalacak şekilde tasarlandı.
“Asla batmayacak gemi” Titanic, ilk seferinde batmıştı. Çünkü esnek değildi. Malzemesinde lüzumundan fazla titanyum vardı (zaten o titanyum sayesinde asla batmayacağı iddia ediliyordu), buz dağına çarptığında yırtıldı. Esneyebilseydi, yırtılmayacaktı.
Türkiye’nin ahalisi esnek bir ahali. 30 Ekim 1923’te memlekette bir tek Saltanatçı kalmadı. O kadar yani… Ama Türkiye’de devleti ele geçirenler hiçbir vakit esnek olmadı. “Hiçbir vakit” demeyeyim, 80 sonrasında, olabildiği ölçüde esnek bir zihniyet, bir on yıl kadar memlekete vaziyet etme fırsatı buldu. Hepsi o.
Özalcı değilim. Hiç olmadım. Rahmetliye yaşarken bir tek rey bile vermedim. Bugün yaşasa ve sahnede olsa yine vermezdim. Ama yüz elli yıldır memlekete vaziyet edenlerin hepsinden farklı bir yanı vardı, ona işaret ediyorum. Onun dışındakilerin hepsi aynı derecede esneklikten mahrumdu ve şimdikiler de öyle. Fabrikanın da esnekliği olmaz. Esnekliği olmadığı için fabrika olur, başarılı bir fabrika olur. Ama fabrika gibi düşünülüp tasarlanmış bir futbol takımı mesela, esnekliği olmayan bir futbol takımı, bırakın başarılı olmayı, takım bile olamaz.
***
Ulus devletimizi —hepimizin devletini— batırıyor olanlar, besbelli, iyi şeyler yaptıklarını zannediyorlar. Ama onların dışındakiler (buna onlara rey verenlerin kahir ekseriyeti de dâhil), devleti batırmakta olduğumuzu bir biçimde hissediyorlar. Neden herkes sadece seyrediyor?
Bence bunun iki sebebi var:
Birincisi, bu devlet —aslında herkesin devleti olması lazımken— kimsenin devleti olmadı. Dolayısıyla kimse onun için fazla kaygılanmıyor. Osmanlı hanedanı derdest edilirken de, özellikle Anadolu’nun yerlileri kıllarını kıpırdatmamışlardı. Balkanlardan, Kafkaslardan gelenler direndiler.
İkincisi, kendilerini aşçı yerine koyanlar durmadan aynı aşı pişirip önümüze koymaktan usanmasalar da, artık hepsinin aynı, esneklikten aynı derecede mahrum bir şeyi dayatıyor olduklarının saklanabilir bir yanı kalmadı. Aynı okullardan çıkmış aynı kafalarla, sanki birbirinden farklıymış gibi sunulan reçetelerin hiçbiri, artık kimseyi kandırmıyor.
Hepsi aynı. Bu yüzden, birbirinin panzehiriymiş gibi sunulanların hepsi, önünde sonunda, hainler imal ediyor, yedi düvelin komplolarından şikâyet üretiyor. Sonunda da “bu ahaliyle bu kadar” noktasına geliyor.