Etiket
Ege Cansen, geçen hafta Venezuela’yı yazdı (http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/ege-cansen/maduro-nasil-madara-oldu-1617356/). Dün de Yılmaz Özdil (http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/al-sana-baskanlik-1630099/)…
Cansen’in yazdığına güvenirim ama Özdil’in neyi ne kadar karikatürize ettiğini bilemem. Ancak iki yazıyı da okursanız, geniş bir ortak paydaları olduğunu görebilirsiniz.
Benim derdim başka. Benim Venezuela hakkındaki yegâne fikrim, arkadaşlarımın Chavez’e düzdüğü güzellemeler sayesinde oluşmuştu. Başarısız bir darbeci eskisi olarak Venezuela’nın başına geçtiğinde, eski tüfekler bayram etmişlerdi. Gördünüz işte, sosyalizm ölmemişti. Chavez, sosyalizme inanan Venezuelalıları da arkasına alarak…
Filan…
Aynı eski tüfekler, şiddetli birer Erdoğan muhalifiydiler, tahmin edebileceğiniz gibi. Hâlbuki —zamanla görüldü ki— Chavez’in sosyalizm, Erdoğan’ın İslam başlığı altına yazdığı şeyler, birebir eşleştirilebilir şeyler.
İki şeye işaret etmek istiyorum.
***
Birincisi…
Gerek sosyalistler ve gerekse İslamcılar —yani kendilerini sosyalist veya İslamcı zannedenler— marka kavramına şiddetle muhalifler. Yani üzerinde Gucci etiketi olan bir şeyin, merdiven altında imal edilen muadillerine kıyasla bilmem kaç kat fiyatla satılabilmesine nefretle, en azından istihza ile yaklaşıyorlar. Ama görünüyor ki, hayatlarını adayabilecekleri şeyler birer markadan ibaret. Üzerine sosyalizm —veya İslam— yazdığınızda, her manasız paketi şevkle satın alabilecek insanlar bunlar. Yani hepimiz gibi…
Neden?
Bu soru, bence, el yakacak kadar sıcak bir hal aldı.
Hayatımın son yirmi yılında en yoğun fikir alışverişinde bulunduğum —daha doğrusu kendilerinden fikir alınabilecek kadar fikri olan— birkaç kişi var ve bunların ikisi marka konusunda Türkiye’nin önde gelen markaları. Onların da yardımı sayesinde, marka denen kavramı düşünmeden reddedecek kadar çığırımdan çıkmadım. Prensip olarak bir alıp veremediğim yok yani marka kavramıyla.
Kaldı ki, Veblen’in gösterişçi tüketim kavramını yedeğinize alırsanız, bir Gucci’nin karşıladığı ihtiyacın, karşıladığını zannettiğinizden çok farklı olabileceğini ve o ihtiyacın çanta ihtiyacından daha yakıcı, daha zor karşılanabilir olabileceğini de bilirsiniz.
Ama Veblen, Chavez’in ve/veya Erdoğan’ın satın alınmasını açıklamakta işe yaramıyor. Veblen’in hesap dışı kalmasıyla doğan boşluğu, toplumsal çaresizlik, periferinin merkeze isyanı filan gibi sosyal teorilerle doldurabiliriz —ve zaten biraz da öyle yapılıyor. Ama bu, bana kalırsa, bir etiket için her geçen gün daha yüksek bedelleri göze alma halini tek başına açıklamıyor.
Ne oluyor da Chavez gibi bir soytarı, kerameti kendinden menkul zırvalıkların üzerine sosyalizm etiketi yapıştırdığında, bu kadar sorgusuzca, bu kadar gönüllü satın alınabiliyor? Soytarı olduğu her halinden, her yaptığından besbelli olan bir soytarıdan söz ediyorum. Chavez’in yaptığı herhangi bir şeyi mesela Trump yaptığında acıklı ve bilge bir edayla gülümseyen insanlar, aynı şeyi Chavez yaptığında, sanki tuttukları şehir takımı Real Madrid’i yenmiş duygusuna nasıl kolayca kapılıyorlar?
Bu hususlarda hiç kolaycılığa kaçmadan, bildiğimiz kestirmelerin hiçbirine sapmadan kafa yormak gerektiğini düşünüyorum. Başlangıç olarak şunu emniyetle söyleyebilirim: Sözünü ettiğim ruh durumunun kaynağının Chavez veya Erdoğan olmadığı aşikâr. Sosyalizm veya İslam da meseleyi olsa olsa kısmen açıklar. Asıl araştırılması, anlaşılması gereken şey, Chavez veya Erdoğan’ın sosyalizm veya İslam etiketleriyle piyasaya sürdükleri manasızlıklara çok yüksek bedeller ödemeyi göze alan insanların içinde… Oralarda bir şeyler var.
***
İkincisi…
Yıllar önce demiştim, kalabalık ile toplum aynı şeyler değil. Toplum örgütlü bir şey —eski tüfeklerin örgüt deyince anladıkları türden örgütlenmiş bir şey değil, kendiliğinden örgütlenmiş bir şey.
Kalabalık ise…
Defalarca duymuşsunuzdur, “o kadar nazik, herkese o kadar saygılı, Amerika’da okumuş patronumu, bizim takımın tribünlerinde hakeme söverken görünce…” türü şaşkınlıkları. Evet, tribünlerde kalabalıklar var. Aynı insanlar, toplumun bir ferdi olduklarında başka, kalabalıkların bir unsuru olduklarında ise başka davranışlar sergiliyorlar. Aynı insanlar…
Kalabalık herkesi aynılaştıran, farklılıkları ortadan kaldıran, yani örgütsüz bir şey… Birkaç gün önce verdiğim misalle destekleyecek olursam, farklılaşmış hücrelerden mamul bir insan bedeni değil, hepsi aynı özelliklere sahip hücrelerin bir yığını… Ben kendi hesabıma, kalabalığın ne manaya geldiğini 1970’lerde dâhil olmak zorunda kaldığım öğrenci gösterilerinde yaşamış ve… Korkmuştum. Cazibesinden, baştan çıkarıcılığından korkmuştum. Yıkıcılık potansiyelinden…
Chavez ve Erdoğan gibiler, toplumları kalabalıklara indirgiyorlar.
***
Bitirmeden işaret edeyim.
Chavez, Erdoğan ve giderek sıklaşan daha birçokları gösteriyor ki, bir etiketin altında neler olduğunu sorgulamamak konusunda da, kalabalıkların içinde erimek konusunda da kimse bağışık değil.
Kimse…