Fiil ve Fail

Taşgetiren, hızla çığırından çıkan cadı avının “tabanda ciddi rahatsızlığa” sebep olduğunu tespit etmiş (http://haber.star.com.tr/yazar/sorulmasi-gereken-sorular/yazi-1139734). Güler misiniz, ağlar mısınız, siz bilirsiniz.

Yani evet doğrudan öyle demiyor ama insanda kalan duygu, eğer tabanda rahatsızlık olmasa, yani iktidar riske girmese, alakasız insanların içeri atılması, suçsuz günahsız insanların zulüm görmesi Taşgetiren’in umurunda değil gibi…

Yazı ibretlik. Daha girişte, olup bitenin Erdoğan ve Yıldırım’dan bilindiğini ama öyle olmadığını iddia etmeye çalışıyor Taşgetiren. E, evet. “Şunları tutun” diyen Erdoğan veya Yıldırım değil. Kâfi mi? Birisi “oturup durmayan” Cumhurbaşkanı, öteki de Başbakan. Memlekette yolunda gitmeyen her şeyde mesuliyetleri yok mu?

Uzatmayayım, tersinden sorarak meseleye açıklık getireyim: Eğer şu anda Cumhurbaşkanlığı koltuğunda mesela Büyükerşen, Başbakanlık koltuğunda da mesela Mehmet Ağar otursaydı, tastamam şimdikine benzer şeyler yaşansaydı, Taşgetiren “ama görevden alınma listelerini onlar hazırlamıyorlar” filan diye geveleyip duracak mıydı?

***

Yazının bir yerinde “Bir kişinin FETÖ’cülüğüne hükmetme kriterlerindeki kayganlık” diye bir şeyden söz ediyor Taşgetiren. Mesele de zaten, Taşgetiren’in aklına böyle bir lafı etmenin gelebiliyor olmasından, aklın öyle bir akıl olmasından kaynaklanıyor. FETÖ’cü diye bir şey var Taşgetiren’e göre, onu kaygan olmayan bir biçimde tayin etmek mümkün olsa…

Eh, evet, kendisi de farkında ki, iş bundan ibaret değil. Bir yandan “devletten dindarları temizleyelim” diyen bir özne var, işleri karıştırıyor. Bir yanda zaten her şeye kadir FETÖ var, o da fırsattan istifade… Filan. Ama işte ilaveten, kimsenin alnında FETÖ’cü de yazıvermiyor ki…

Bunlar akıl. Yani akıl bu kadar.

Sen fail ile fiili birbirinden ayıran çizgiyi kaybetmişsin, en temel hukuk normlarından biri olmadan olağanüstü karmaşıklaşmış bir toplumun içinde yolunu bulmaya çalışıyorsun. Başın derde giriyor. Bir fail arıyorsun. İşin asli sorumlularını sorumlu tutmamaya baştan karar verdiğin için, karanlık labirentlere girmek ve kaybolmak zorunda kalıyorsun.

Buraya kadarı akılla alakalı. Bir de işin ahlakla ilgili yanı var.

Zulüm var, görüyorsun. Zulüm olmasa iyi olur ama var. Okurlar da zulmün farkında ve kazara Erdoğan ile Yıldırım’a da rücu edebilirler. Aman etmesinler, sonra iktidar filan kaybedilebilir. Biz, en iyisi, okurların kafasındaki olağan şüphelileri şöyle hedefe yerleştirelim. “Dindarları devletten temizleyelim” diyen bir özne var. Hani vardı ya, o işte. Hâlâ var. Sakın artık ortadan kalktığını düşünmeyin. Yine o iş başında. Bir de FETÖ var. Şeytan. Sen onu yendiğini zannederken o kim bilir nerelerden dönüp gelip… Seni de kullanıp… Şeytan ya…

Filan.

Ahmaklık ve ahlaksızlık hep ittifak halindeydiler bu ülkede. Ama bu kadar katıksız, üstelik bu kadar beceriksiz ve zavallı bir biçimdeyken bu kadar fütursuz olmaları çok yeni. İnsanı çaresiz bırakan da bu…

***

Aslında mesele hiç de o kadar çetrefilli değil. Erdoğan’ın yerine Büyükerşen olsaydı mesela, “hop, ne oluyor” diye ona soracak mıydınız? Soracak idiyseniz, şimdi de Erdoğan’a sormanız gerekiyor. Niye sormuyorsunuz? Çünkü o dindar. Büyükerşen? O değil.

Yani…

Son derece sıradan bir prensipten söz ediyorum, yukarıda değindiğim gibi… Mesele fail değildir, fiildir. Sizin kimseye dindar veya değil diye, FETÖ’cü veya değil diye, Atatürkçü veya değil diye, Kürt veya Türk diye tutum alma hakkınız yok. Çağdaş hukuka göre yok. Bildiğim kadarıyla uğruna bunca zulmü göze aldığınız İslam’ın hukukuna göre de yok.

Eh, çağdaşlaşma ordularının neferleri bu çağdaş prensipleri pekâlâ görmezden geldiler onlarca yıl boyunca. Kadın eli sıkmıyor diye kaymakamları görevden aldılar ve saire… Çağdaş bir Türkiye yaratmak uğruna çağdaşlığı çiğnediler gönül rahatlığıyla. Şimdi aynadaki yansımasında oynuyoruz aynı oyunu. İslamlaşma uğruna, İslam’ın bütün prensipleri ayaklar altında.

Hayırlı işler, kolay gele.

***

Hâlbuki mesele hiç çetrefilli değil.

FETÖ diye bir şey yok mesela. Siz icat ettiniz. Terör örgütü denen şeyin tanımını keyfi bir biçimde genişletirken düşünecektiniz. Gülen Cemaati abuk sabuk, manasız ve ahlaksız işler işliyordu. Hâkimler vicdanlarına değil, bir projenin kutup yıldızına göre karar veriyordu mesela, hayatlar kararıyordu. KPSS soruları çalınıyor ve haksız rekabetle devlete birileri yerleştiriliyordu. Bu fiiller, failden bağımsız olarak, işlendiği tarihlerde de suçtu —ama terör değildi.

Bu suçlar Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğunda oturduğu dönemde işlendi. Erdoğan bu suçların, ilave olarak mesela Dink cinayetinin, mesela Uludere’nin, mesela, mesela… Bir yığın şeyin kovuşturulmasını önledi. “Yapmayın” demiş olması şart değil. İmal ettiği iklim, “aman bizim çocukların başı derde girmesin” iklimi olduğu için, herkes de o iklimin farkında olduğu için, soruşturması gerekenler soruşturmadı. Bu yüzden bu suçlar rahatlıkla birbirini izledi. Eğer mesela Dink cinayeti hakkıyla kovuşturulabilseydi, onu takip eden pek çoğu işlenemeyecekti. Fazladan, Gülen Cemaatinin dehşet verici boyutları da ta o tarihte idrak edilebilecekti. Ama yapılmadı, çünkü “ne istedilerse vermek” dönemiydi.

Dindar adam bunu yapmaz/yapamaz.

Elbette dindar olmak şart değil, minimum bir ahlaka sahip biri bunu yapmaz. Minimum devlet mesuliyeti taşıyan biri de yapmaz. Erdoğan yaptı ve “ama ne oluyor” diyen herkes de, Taşgetiren’in yazdığı ve konuştuğu mecralardan hain, darbeci, filan diye yaftalandı.

Mesele hiç çetrefilli değil.

Mesele aldatılmış olmak meselesi de değil. Siz fiille değil de faille uğraşmaya başlarsanız, bunlar olur. Sonra, mercimek kadar aklınızla, memlekette sizin sayenizde fütursuzca can yakan teşkilat 17/25’te sizi hedefe yerleştirdiğinde “ama terör örgütü” diye kestirmeden çözüm imal ederseniz… Daha neler olur. Terörün tanımı belli. Gülen Cemaatine mensup bir yığın kişi, sizin sağladığınız imkânlarla suç işlediler ama terör değildi yaptıkları. Siz mercimek kadar aklınız ve mevcudunu çoktan tükettiğiniz haysiyetinizle, “ne yapsak oluyor” diyerek, koltuklarınızın altında palazlanan koskoca bir cemaati topyekûn suçlu hale getirince neler olacağını tahmin etmek de müşkül değildi.

Gülen Cemaatine mensubiyet nasıl bir şeydir bilmem ama mesela normal yollarla öğretmen olarak atanmış, öğretmenlik yapan ve bu arada da özel hayatında Gülen’e sempati duyan ve fakat dersliklerde sempatisini işine karıştırmayan biri suçlu filan değil. Fiiline değil de faile bakınca bulanıklaşır işler, kayganlaşır. Kayganlık meselede değil yani, sizin kafatasınızın içindeki o şeyde… Bir de vicdanınızı vestiyere bırakmış olmanızda…

Bir iktidar uğruna ya Rab, ne akıllar, ne vicdanlar batıyor!

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin