Filler ve Çimen

Salih Tuna, akla saydığı şeyiyle döktürmüş yine (http://www.yenisafak.com/yazarlar/salihtuna/akpli-firildaklarin-akli-ve-kafayi-yakan-adama-not-2030305). Anladığım kadarıyla eski müttefiklerin bir bölümü “üst akıl diye diye kafayı yedik” mealinde utangaç itirazlar dile getirmeye başlamışlar. Salih Tuna da Aytunç Altındal’dan Necip Fazıl’a birçok delil getirip, bizi imha etmeden huzura ermeyecek bir üst aklın mevcudiyetini ispatlıyor (!) sağ olsun.

***

Rusya ve İsrail manevralarının yönetiliş tarzından görünen o ki, olanca fatura Davutoğlu’na yıkılacak. Hani birkaç ay içinde Davutoğlu AKP’li mebusların oylarıyla Yüce Divan’a sevk edilirse şaşırmayacağım. Normal şartlarda, bütün siyasi muhalefetin ne kadar kötürüm olduğu dikkate alınacak olursa, Davutoğlu’nun şahsında yeni ve kapsamlı bir düşman imal etme zarureti yok gibi görünüyor. Ama işte şartlar normal değil. Budalanın birinden bir zamane peygamberi inşa etmişseniz, düşmana ihtiyacınız kalmaz artık, kendi dibinizi oyarsınız.

Salih Tuna filan gibi mahlûkatın akıllarının mahsullerine bakacak olursak, nokta atışla sadece Davutoğlu ödemeyecek faturayı, eski müttefiklerin bir bölümü de hedef tahtasında fon vazifesi görecek.

Kolay gelsin.

***

Daha önce söylemiş olmalıyım, Genet kendisine sıkıntı çıkaran İçişleri Bakanı istifa etmek zorunda kaldığında, kendisine mevzu hakkındaki fikrini soran gazeteciye “bunlar beyazların iç işleri, beni ilgilendirmez” mealinde bir cevap vermişti. Yukarıda sözünü ettiklerim de AKPlilerin iç işleri, beni alakadar etmiyor. Derdim başka.

Altındal’ın, Cemil Meriç’in ve diğerlerinin sözünü ettiği türden düşmanlıklar var mı Türklere ve Müslümanlara yönelik? Var. Nasıl burada, mesela Salih Tuna’da Avrupalılara ve Yahudilere yönelik düşmanlık varsa… Bahse konu olan düşmanlıklar üzerinden politika üretenler var mı? Var.

Ama…

Türkiye’nin başına gelenler, batıdaki Türk ve Müslüman düşmanlığından kaynaklanmıyor. On dört yaşındaki ortalama zekâ sahibi biri, mesela bilgisayarın bir elektrik kaynağına bağlı olması ile o bilgisayar ekranında beliren görüntüler arasında bir alaka kurulamayacağını idrak eder. Ekranda görünen manasız ve istemediği görüntüleri, elektriğin mevcudiyetine fatura etmeye teşebbüs etmez. O ekran görüntüsünün ya sizin bastığınız tuşların veya mesela bir bilgisayar virüsünün marifeti olduğunu anlar.

Salih Tuna ve kendisi gibi olanlar anlamıyorlar.

Kısa süre öncesine kadar anladıklarını ama bizi dolandırmaya çalıştıklarını düşünüyordum. Görünen o ki sahiden anlamıyorlar. Vahim tarafı şu ki, orta akıllı bir yeni yetmenin akıllarıyla vardıkları neticelerin gerçeklik olduğunu zannedecek kadar zavallılar.

***

Bütün bunları yazmama sebep olan şey, aslında, dün gece seyrettiğim Filler ve Çimen filmi. Devlet, mafya, terör örgütleri, istihbarat örgütleri, siyaset ve saire arasındaki çetrefilli ve biçimsiz ilişkileri konu eden çok film seyrettik, hemen hepsi Hollywood tarafından kotarılmış. Derviş Zaim’in filmi, bence, tekstteki ve oyunculukların bir bölümündeki sıkıntıları bir yana bırakırsak, benzer filmlerin hepsinden çok üstün.

Çünkü…

Benzer filmlerin hepsinde oyunu planlayan bir oyuncu var, diğer bütün unsurlar satranç tahtasındaki taşlar gibi… Taşlar gibi oyundaki oyuncular da siyah veya beyaz. Oyuncu eğer beyazlarla oynuyorsa, o derin planlama kabiliyetiyle, herkesi –zaman zaman kendi iradesinin hilafına– kullanıyor ve amacına erişiyor. Eğer siyah taşlarla oynuyorsa, beyaz piyonlardan biri, müthiş bir performans sergileyerek vezir çıkıyor ve oyunu bozuyor, filan.

Derviş Zaim’in anlattığı hikâye öyle değil, gerçeğe son derece uygun. Ortada siyah veya beyaz taşlar yok. İstihbarat Şefi ile Bakan karşı taraflardalar ama kendi başına iş yapmaya niyetlenmiş eski istihbaratçı Bakan’ın işlerini görüyor. Derken Bakanı finanse eden mafya patronunun tekerine çomak sokuyor. İstihbarat örgütlerinin kurduğu ve kontrol ettiği terör örgütleri, yeri geldiğinde istihbarat örgütlerinin menfaatlerinin tersine işler işliyor. Herkes kendi oyununu oynuyor ve herkes herkesle potansiyel müttefik. Herkes herkese düşman. Her an yeni bir oyun kuruluyor, en başta yapılmış ve adım adım hayata geçirilen bir plan yok.

Yani ortada bir üst akıl yok. Bir yığın öznenin karşılıklı oyunundan zuhur eden bir oyun (game) var. Kendi tecrübemden biliyorum, bir tasarı varmış ve adım adım gerçekleşiyormuş gibi anlatmak, bir oyunu anlatmaya kıyasla olağanüstü kolay. Derviş Zaim son derece zor bir işi, büyük bir başarıyla gerçekleştirmiş yani.

Tasarlanmış bir süreci anlatmak daha kolay ve ekonomik olduğu için komplolar tercih sebebi olabilir. Birçok kişi için dünyayı bir komplolar bütünü olarak görmenin yegâne sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Ama mesela Kısakürek, Altındal filan gibiler için öyle değil. Onlar, ancak bir kutsal savaş atmosferi imal edilebilirse yığınların seferber edilebileceğini bilen insanlar. Dünyanın anlattıkları gibi olmadığını biliyorlar. Bile bile basitleştiriyorlar ki, hayatı manasız olan bir yığın insan, bir kutsal orduya nefer yazılıp kendi hayatına derin bir mana yükleyebilsin.

Zannediyordum ki, uzun bir süre boyunca zannettim ki, Erdoğan ve avenesi de aslında yalan söylüyor olduklarını bilerek konuşuyorlar. Bir vakittir şüpheliyim. Bunlar dünyanın sahiden de siyah taşlarla beyaz taşların arasında oynanan bir satranç oyunu olduğunu zannediyorlar. Yani süzme ahmaklar.

Başımıza gelenler, bunlar ahmak olduğundan geliyor. Yani çaresiz bir derdimiz var.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin