Füzelerin ve Büyük Anlatıların Menşei

Büyük Türk büyüğü Bekir Bozdağ kabine toplantısı sonrası açıklamış ki, tankımızı vuran füzenin menşeini biliyoruz. Biliyoruz da, emin olunca açıklayacağız.

***

Vaktin birinde Angola’da ABD, komünist yönetime karşı silahlı ayaklanma örgütledi ve ülkeyi iç savaşa sürükledi. Rejimin en önemli gelir kaynaklarından biri, ülkedeki petrol kuyuları idi. Dolayısıyla isyancılar —rejimi zayıflatma amacıyla— petrol kuyularına saldırdılar. Mesele şu ki petrol kuyularını ABD işletiyordu. Kuyular ABD silahlarıyla donanmış komünist rejim güçleri tarafından korunuyordu. Saldırganların elinde ise Rus yapımı silahlar vardı.

İran-Kontra skandalını da hatırlarsınız muhtemelen. ABD, güya ambargo uyguladığı —başkalarından bile silah almasına mani olduğu— İran’a, bazı devlet görevlileri vasıtasıyla silah satmış, buradan elde ettiği geliri Nikaragua’da Kontraları desteklemek için kullanmıştı.

Filan.

Silah bu. Menşei ne olursa olsun, bir tek işe yarar. Silahın yaradığı o biricik iş de, onu üretip satanlar dışında hiç kimsenin menfaatine değil. İlaveten, silahı üretip satanların öyle ulvi amaçları, büyük anlatıları filan olmaz.

Bir yanlış anlaşılma olmasın, büyük anlatılar her daim büyük silah üretici ve tüketicileri tarafından imal edilir. Filanca halkın özgürlüğü, falanca büyük insanlık ideali, vatanın bekası, hakkı muzaffer kılmak filan gibi büyük anlatılar, arka kapısından silah sevkiyatı yapılan büyük iş merkezlerinin ön kapılarında kurulan kürsülerden basına —ve dolayısıyla âleme— servis edilir.

Silahlar da sizin için, büyük anlatılar da… Onları imal edenler aynı ve ne birine ne de diğerine ihtiyaçları yok onların.

***

Bir vakittir Batı demokrasilerinde bir şeyler oluyor. Silah alıp satmakla, hatta büyük anlatı imalatında vardiya yapmakla işi olmayan birileri, neler olup bitiyor olduğunu anlamaya çalışıyor. Büyük anlatıların tarihe karıştığını, hanidir kitleleri seferber edebilecek büyük anlatı eksikliği çekildiğini de tespit ettiler başka defoların yanı sıra.

Haklılar. Öyle oldu.

Öyle oldu çünkü… Kitleler ufalandı.

Haklılar, demokrasinin sıkıntıları var. Çünkü demokrasi, insanların kitleler halinde istiflenebildiği sosyal dokulara göre, kolaycı bir mantıkla yapılanmıştı. Ford’un, Model-T’leri —hepsi birbirinin aynı olan yüz binlerce otomobili— yıllar yılı piyasaya sürebildiği dönemi özlüyor musunuz? Özlemiyorsanız, her birinizin farklı otomobil tercihleri yapabilmesine minnet duyuyorsanız, büyük anlatılar dönemine de hasret duymaya hakkınız yok. Bundan böyle, doğru dürüst toplumların hiçbiri, kitleler halinde seferber edilemeyecek.

İyi ki edilemeyecek.

Dünyanın taşrasına sıkışmış/sıkıştırılmış Türkiye bile, onca çabaya rağmen, kitleler halinde seferber edilemiyor, savaş gerekiyor.

Savaş bu. Böyle bir şey. Kitleler halinde seferber olup, âlemin silah stoklarını, seferber olmuş olan başka kitlelere karşı tüketme işi. O füzelerin menşeini bilseniz de öyle, bilmeseniz de… Zaten o füzelerin menşei ile sizin elinizdekilerin menşei aynı.

Neyse… Asıl derdim şu ki, savaşa şöyle ağzınızı doldura doldura itiraz etmenin bir yolunu bulamıyor, olsa olsa “ama bu Erdoğan’ın savaşı” diyebiliyorsanız, galip ihtimal, büyük anlatılar olmadan, kitleler içinde kaybolmadan kendinize yeryüzünde bir yer bulamıyor olmanızdan kaynaklanıyordur çaresizliğiniz.

***

Abdülhamid’in torunları birer birer sahneye çıkıyor. Biri de, Erdoğan’a yapılanlar ile —nelerse o yapılanlar ve kim yapıyorsa onları— dedesinin tahttan indirilmesi arasında paralellik kurmuş. Eh, neticede, uzun bir reklam arası sona erdi ve saltanatı III. Abdülhamid devraldı malumunuz. İkincisi ile üçüncüsü arasında kan bağı olmasa da, daha güçlü bir bağ olduğu ima ediliyor. Bu hususta sizi, Yıldıray Oğur ile baş başa bırakayım (http://www.serbestiyet.com/yazarlar/yildiray-ogur/bu-bolum-dizide-yok-845313). Bence lazım olan her bir şeyi söylemiş.

Özeti şu: Türkiye Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş olanların arasında, Abdülhamid’e en benzemeyeni Erdoğan. Olur da bu kadar tezat olur yani. Her şey bir yana, uzun süren saltanatı boyunca kimseye lüzumsuz yere diklenmemiş, manasız düşmanlıklar imal etmemiş, kendisine alenen savaş açanlarla bile barışmanın bir yolunu hep aramış —daha da mühimi bulmuş— bir adamdan söz ediyoruz. Başka her şey bir yana, hiç değilse bu hususta müthiş marifet ve meziyet sahibi bir adamdan… Neredeyse her sabah mülkünün bir yerlerinde yeni savaş ihtimalleri yeşeren ve bütün gününü o ayrık otlarını yayılmadan yok etmeye hasretmiş bir adamdan… Tarihe de en çok bu vasfıyla geçmiş birinden…

Torunu bilmez mi dedesinin Erdoğan’a ne kadar benzemediğini? Herhalde benim bildiğimden daha iyi bilir. Ama kitleleri seferber etmek lazım. İhtiyacı olanlar, bu amaçla büyük fiyatlar ödeyebilir. O kadar büyük fiyatlar ki, dedenizi bile satabilirsiniz yani… Adam torunlarını görse, neler yaptıklarını bilse…

Ne diyeyim?

***

Savaş kötüdür. Bazen ertelenemez hale gelir, savaşılır. Bazen meşru müdafaadan başka şansınız kalmaz, siz bile savaşmak zorunda kalırsınız. Birileri kazanır, birileri kaybeder. Ama her savaşın fonunda, her savaşın ta içinde, büyük, çok büyük anlatılar eşliğinde savaş çığırtkanlığı yapan birileri vardır. O alçaklar her daim kazanır.

Bunun farkına varanlara, farkına varıp da asıl büyük savaşın o alçaklara karşı olması gerektiğini idrak edenlere, şehirli diyorum işte. Farkına varamayıp, Abdülhamid, Mabdülhamid masallarıyla, manasız paralelliklerle kendinden geçip cuşa gelenlere de kasabalı

Neyse…

Siz şu bizim tankı vuran füzenin menşeini merak ededurun.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin