Gaz
1980’lerde, yanlış hatırlamıyorsam Yalçın Doğan, köşesinde bir fıkra anlatmıştı. Şöyle bir şeydi ve bence bütün bir dönemi özetliyordu:
Adam balık almış eve gelmiş. Eşine “şu balığı pişir de yiyelim” demiş. Sonra eşinin balığı nasıl pişireceğini merak etmiş. “Ne bileyim,” demiş eşi, “buğulama yaparım diye düşünmüştüm.” Adam balığı buğulama yapılmış olarak düşünmüş, içine sinmemiş. Mahallenin restoranına gitmiş ve balık nasıl pişirilirse iyi olur diye sormuş. “Fırında pişirin” demiş aşçı. Fırında balık da içine sinmemiş adamın. “Başka kime sorsam” diye düşünürken, “Paşanın aşçısı var” demiş restoranın aşçısı. Adam hevesle paşanın konağına gitmiş. Aşçıya sormuş. “Izgara yapın” cevabını almış ama o da içine sinmemiş. “Daha iyi kim bilir?” diye sormuş paşanın aşçısına. Aşçı “paşaya sor” demiş. Adam hayretle “paşa bilir mi balık pişirmeyi?” diye sorunca da, “paşa bilmez ama onun her dediği doğrudur” cevabını vermiş.
Erdoğan dönemini de —tam olarak olmasa da— galiba en iyi anlatan eski bir fıkra var:
Adam doktora gitmiş. “Gazım var” demiş. “Gerçi sesi ve kokusu yok ama beni çok rahatsız ediyor. Bakın şimdi yine…” Doktor “hmmm,” demiş, “şu ilacı bir hafta kullandıktan sonra tekrar gelin.” Bir hafta sonra adam öfkeyle doktorun kapısını çalmış. “Yahu sen ne yaptın, barsaklarımda hiçbir iyileşme yok ama artık berbat bir ses de çıkıyor.” “Tamam,” demiş doktor, kulakları hallettik, bir de buruna bakalım”.
Bir yanda Erdoğan ve avanesi, öte yanda kendilerini Erdoğan’ın panzehiri olarak görenler… Ortalık gürültüden ve kokudan geçilmiyor ama… Her neyse…