Gerçeğe Saygı
Doğan Cüceloğlu Pazar günü TV8‘de Yılmaz Büyükerşen’le söyleşirken, söz Mustafa Kemal’e geldiğinde, “gerçeğe saygısı olan biriydi” dedi. Sayın Cüceloğlu’nun kastı tam da benim anladığım şey olmayabilir ama bence de Mustafa Kemal’in ayırt edici vasıflarından biri gerçeğe saygısıdır. Ben bu vasfı türlü kelimelerle adlandırmaya çalışıyordum, Cüceloğlu’nun tabiri cuk oturdu, kendisine borçluyum.
Mustafa Kemal’in elbette zamanının ikliminden ilham alan hayalleri vardı, ama Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler’de ima ettiği gibi, en başta bir proje tasarlamış, sonra da en yakınındakiler de dâhil bütün o aymazlar güruhuna rağmen projesini adım adım gerçekleştirmiş filan değildi. Aksine, hep sadece bir adım sonrasına yoğunlaştığını, bir sonraki adımda nelerin mümkün olup nelerin olmadığını test edebilmek için de Meclis’e müthiş ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.
Eğer ta en başta yapılmış dört başı mamur bir tasarı yoksa, eğer adım adım o tasarı gerçekleştirilmemişse, eğer kötü niyetli birileri o tasarıyı engellemek için akla sığmaz işler işlememişse, Milli Mücadele gibi bir süreci örgütlemek yeterince saygıdeğer görülmüyor nedense. Kusur, bence Milli Mücadele’de değil. Böyle Hollywood senaryosunu andıran unsurlara sahip olmadığında Milli Mücadele’ye bile saygı duyamayacak ruh durumuna sahip olanlar, bence, kusuru kendilerinde aramalı.
***
Mesele sayın Özakman’la sınırlı değil, Şu Çılgın Türkler sadece basit bir misal. Memlekette kimsenin gerçeğe saygısı yok. Atatürkçülerin de, onlara karşı her tür taarruz silahını kullananların da gerçeğe saygıları yok. Salı günü verdiğim misalle söyleyecek olursam, herkes Yerküre’yi kendi Platonik standartlarına göre sıfırdan başlayıp yapma derdinde.
Kimsenin böyle bir projeyi hayata geçirecek vasıfları yok. Dolayısıyla birilerinin projeleri gerçekleşirse diye evhamlanıyor değilim. Ama toplumun bütün kaynaklarının bu uğurda heder edilmesinin vahim neticeleri de yok değil.
***
Gerçeğe saygı eksikliği bizimle sınırlı da görünmüyor. Kutuplardaki buzulların incelip gerilediğine dair bir yığın görüntüye, şurada burada şahit olmuşsunuzdur. Neden erir buzullar? Cevap hazır: Atmosfer ısınıyor olsa gerekir. Buzullar erirse ne olur? Cevap yine hazır: Okyanusların seviyesi yükselse gerekir.
Ama öyle olmuyor. Uzun dönem verileri, atmosferin ısındığına dair inandırıcı deliller sunmuyor. Okyanus seviyesindeki yükselmeyi tespit etmek için harcanan canhıraş çabalardan da bugüne kadar tahminlerimizi teyit eden bir netice çıkmadı. Ama aynı klişeler fütursuzca yayılıp duruyor.
“Buzulların incelmesinin önemi yok” demiyorum. Ama anlamadığımız sebeplerle, anlamadığımız işler oluyor. Anlamadığımızı kabul etmek, anlamanın ilk ve vazgeçilmez şartıdır. Görünen o ki, gerçekliği değiştirmek için önce onu anlamaya hevesli olan pek kimse kalmadı. “Ismarlama gerçeklik inşa edebiliyorsak, gerçeğe neden saygı duyalım ki” diye düşünülüyor herhalde.
Cemalettin N. TAŞCI