Gerçek Bir Muhalefet

Mahçupyan yine ibretlik bir yazı yazmış ve “Eğer gerçek bir ‘muhalefet’ üretilecekse, aktörlerin bunu kendi kalıplarını aşarak, olayın ciddiyetinin gerektirdiği emek ve özveriyi ortaya koyarak göstermesi gerekecek” demiş. Ben de “gerçek bir muhalefet” mevzuuna geleceğim de…

Yazının başında Tip I ve Tip II hatalar hakkında sıklıkla müracaat edilen bir misalle bilgilendiriliyoruz. Altı milyon yıl önceye, en eski atalarımızın dönemine gidiyoruz. Otlar hışırdıyor, ya rüzgâr veya bir yırtıcı hayvan var. “Belki rüzgârdır ama ben yine tedbirli olayım, bir bakayım” diyen yaşamış, “boş ver ya, rüzgârdır” diyen ise, ilkinde haklıysa, ikincide haklıysa, üçüncüde haklıysa, nihayet birinde haksız çıkmış ve… Ölmüş. Dolayısıyla biz ilkinin neslinden geldiğimiz için, beynimiz onun beyninin konfigürasyonuna sahipmiş.

Filan.

Güzel.

Peki, uzun uzun neden böyle olduğumuzu anlattıktan sonra, küt diye, hiçbir bağlantıya ihtiyaç duymadan gelen şu cümlelerin manası ne? “Üzerine yıllardır yazılan ve öngörülen pandemiye bu denli hazırlıksız yakalanmamız, aslında bu kadim sağduyuya pek de rağbet etmediğimizi, kolaya kaçmaya, gerçekleri görmezden gelmeye daha yatkın olduğumuzu gösteriyor. Dolayısıyla her fırsatta kendimizi atalete düşmemek için uyarmakta yarar var.

Hani zaten beynimiz kolaya kaçmamaya meyyaldi, tedbirli olmaya yazgılıydık! Biyolojimiz öyleydi hani! Ne oldu da birden beynin konfigürasyonu kadim sağduyuya indirgendi?

Siyasete, muhalefete geleceğim, söz. Ama önce burada eşelenmemiz gerekiyor, emin olun.

Bir defa biz pandemiye hazırlıksız yakalanmadık, aşırı hazırlıklı yakalandık. Başımıza gelen, aşırı hazırlıklı olmamızdan. Eh, böyle söyleyince ne demiş oldum? Optimum bir hazırlıklı yakalanma derecesi var, onun altındaki hazırlık yetersiz, üstündeki ise fazla demiş oldum. Mahçupyan için de —besbelli ki— bir makul derece var ve biz o derecenin altında kalmışız. Yaptığı uzun girişe göre, insan türünün biyolojisi yüzünden, kalmamış olmamız gerekiyordu. Ne oldu? Biyolojimizi neden inkâr ettik? Hangi ara inkâr ettik?

Bu sorular burada dursun, biz devam edelim. Mahçupyan bizim hazırlıksız yakalandığımıza neye yaslanarak hükmediyor? Hazırlıklı olsaydık mesela, ne yapmamız gerekiyordu? Soruyu daha basit bir biçimde tekrarlayayım, pandemiye hazırlıklı yakalanmış olsaydık, pandemi bize şimdi yaptığından farklı olarak ne yapmış olacaktı?

Uzatmayayım… İnsanlığın, maruz kaldığı bir pandemiden zarar görmeden çıkabileceğini varsaymıyor iseniz, pandemiye hazırlıksız yakalandığımızı iddia edemezsiniz. Ben kendi hesabıma pandemiyi insan türü ile virüs arasında bir oyun (game) olarak gördüğümden, bu süreçten hasar görmeden çıkılamayacağını peşinen kabul ediyorum. Dolayısıyla hazırlık seviyemizi, bundan önceki pandemiler karşısında dedelerimizin yapıp ettikleri ile mukayese ederek değerlendiriyorum. Ama yaygın olarak derin bir küstahlık var ve insan denen türün, herhangi bir virüsün taarruzu karşısında hiç hasar görmemesi gerektiği zannıyla değerlendirme yapıyorlar: Hasar gördük, o halde hazırlıksızdık.

“Biz tedbirli davranan bir türüz” dedikten sonra, “biz tedbirsiz davranıyoruz” önermesine paraşütsüz düşüvermenin arkasında yatan da işte, bir yandan insan türünün her şeye kadir olduğu —virüs de neymiş, bir tekimizi bile öldürememeli— küstahlığıyla, “insan denen tür tabiatın kanseridir, ondan bir şey olmaz” aşağılamasının aynı zihinde, farklı kompartımanlarda, yan yana durabiliyor olmasıdır diye iddia ediyorum. Bir karar verin, tedbirli miyiz tedbirsiz mi, değerli miyiz değersiz mi.

Devam etmeden, pandemiyle ve aşırı hazırlıklı olmakla işimi bitireyim. Virüs bize bir hasar verecekti, verdi. Ama bu süreçte biz kendimize verdiğimiz hasarı vermeyebilirdik. Bu pandeminin bilançosunu (a) virüsün insana verdiği hasar ve (b) insanın insana verdiği hasar diye iki başlığa ayırabiliriz. İlkini sıfırlayabileceğimiz küstahlığıyla, ikinci başlık altında muazzam, ölçüsüz, manasız ve beyhude bir meblağ biriktirdik.

Bu arada demiş de olayım, Mahçupyan’ın altı milyon yıl önceki atalarımızın zihinlerinin işleyişini miras aldığımız tespitini haklı ve hoş buluyorum. Ama insan öyle bir tek parametreyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir canlı. Tarih boyunca pek çok insan, maksimum kaybı, yani ölümü göze alıp birçok iş işledi mesela. İlaveten, yukarıdaki misalde de görülüyor ki, risk de zaten sadece rüzgâr/yırtıcı hayvan ikiliğine indirgenebilecek bir şey değil ve insan çok daha karmaşık süreçleri maharetle yöneterek evrimleşmiş karmaşık bir canlı.

***

Bilirsiniz ya, tekrarlayayım. İlyas “ula Temel,” demiş, “sempatik ne demek?” “Hayrola İlyas?” diye sormuş Temel, şaşkınlıkla. “Az önce adamın biri bana ‘çok sempatiksin’ dedi de…” demiş İlyas. “Ee, sen ne yaptın?” “Her ihtimale karşı, vurdim oni.”

Tip I ve Tip II hataların en bildik tezahürlerini “masum bir insanın cezalandırılması” ile “bir suçlunun aramızda dolaşması” ikileminde buluruz.

Böyle bakınca…

Mahçupyan’ın aşağıda sorduğu soru da, verdiği cevap da büsbütün manasız kalıyor:

“O halde, ‘her ikisinin de kaybedeceği kazanacağından daha fazla olan iki siyasi iradenin karşılaşmasından nasıl bir sonuç çıkması beklenir’ diye soralım.

“Basit cevap şudur… Hangisi 6 milyon yıllık insan deneyimini bilinçle sahiplenir, hedefine kilitlenir ve amacı doğrultusunda gerekli emeği harcarsa onun şansı artar. Eğer bu iradeyi biri gösterirken, diğeri hayatın zaten kendi isteği doğrultusunda aktığını düşünürse, irade gösteren şu veya bu şekilde büyük ihtimalle kazanır, ya da en azından kaybetmemeyi garantileyecek arka planı kurgular.”

Bir defa ortada iki siyasi irade filan yok. Kendi arılığını, saflığını korumayı bahane ederek “her ihtimale karşı” masumların da okkanın altına gidebilmesini meşrulaştıran bir tek kavrayış var. Birileri önüne geleni terörist ilan ederek ve “bekamız tehdit altındayken bazı masumların canının yanmasını mı dert edeceğiz” deyip durarak kendi hasımlarının üzerine mafyasıyla, devletiyle filan gitmekte beis görmüyor. Ötekiler de önüne geleni dinci, gerici, “makarnaya, soğana memleketi satan işbirlikçi” olarak etiketleyerek, “modernleşmemize uyum sağlayamamış bu cahiller sürüsünü mü dert edeceğiz” edasıyla kendi zırvalıklarını meşrulaştırıyor.

Gerçek bir muhalefet, “bir tek masumun canının yanmasının maliyeti, birçok suçlunun takipten kaçmasının maliyetinden çok daha ağırdır” zemininde ancak inşa edilebilir. Birisinin kaybı diğerinin kazancı olan iki kanat halinde tarif ettiğinizde memleketi ve siyaseti, zaten hepimiz kaybetmiş haldeyiz.

Demem o ki…

Erdoğan ve şürekâsı, “birisi kaybetmezse biz kazanamayacağız” diye bir tarif yaptı. Bu tarifin içinde kalarak, o tarifi doğru kabul ederek Erdoğan’a muhalefet filan edemezsiniz. Mahçupyan bu tarifi bir veri olarak aldığı için de, mealen, “bu Anayasa muhabbetini ciddiye alın, tedbirli olun” filan gibi noktalara savrulmuş. Savrulurken de kendisi de itiraf etmiş ki, onu ciddiye aldığımızda, Erdoğan’ın istediğini alacağı koridorlara girip labirentte kaybolabiliriz. E ne yapmamız lazım? Tedbirli olmamız lazım. Tedbir ne?

Pandemiye tedbir neydi?

Anayasa muhabbetinden bir siyaset çıkmaz. Ne iktidar için ve ne de muhalefet için. Anayasa muhabbetini ciddiye alıp cıvataları sıkılaştırdıkça, içine düştüğümüz kuyunun daha derinlerine doğru yuvarlanırız. Tedbirin aşırısı da, en az tedbirsizlik kadar tehlikelidir. Bizim başımız tedbirsiz olduğumuzdan değil, aşırı tedbirli olup, her bir riski aşırı büyütmemizden dertte. Pandemi hususunda da öyle, memleketin bekası mevzuunda da…

Hülasa…

Bu memleketin insanları da, dünyada yaşayan az çok medenileşmiş bütün muadilleri gibi, bir masumun hakkının yenmemesi konusundaki hassasiyetin göze alınan riskleri misliyle ödeyeceğini bilir. Çünkü insan —yukarıda dediğim gibi— karmaşık bir varlık. Bir yandan hışırtının yırtıcı bir hayvandan olabileceği varsayımıyla davranıyor ama öte yandan da bütün zenginliğini masumların hakkının korunmasıyla ürettiğini biliyor —yine ta bilinçdışıyla. Eğer Türkiye’nin insanı masumun hakkının korunması gerektiğini bilmiyor olsaydı, iktidarın her saat yüzlerce kanaldan “yahu bekamız tehdit altında, birkaç masumun da canı yanıversin” diye propaganda yapmasına lüzum kalmazdı.

Mesele iktidarda değil. Mesele muhalefet kanadının sözcülerinin de, eğer kendilerinden değilse, herhangi bir masumun hakkına saygı göstermemesinden kaynaklanıyor. Yani iktidarın oyununu, tarifini kabul etmiş olmasından…

Bugünün Türkiye’sinde gerçek bir siyaset, ancak, Kürt’üyle, dindarıyla, dinsiziyle, eşcinseliyle, Boğaziçilisi, İlahiyatlısıyla, bütün masumların hakkına amasız, fakatsız sahip çıkmakla inşa edilebilir. Eğer birinin kazancını diğerinin kaybına eşitleyerek başlarsanız, ancak, hepimizin kaybettiği bugünkü oyunun derinleşmesini sağlarsınız.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin