Gökçek Kazandı, Biz Kaybettik
Milli maç, İdlib ve saire… Konuşacak çok mevzu var ama izin verirseniz şu Gökçek meselesini kapatayım.
Bir bilgi sistemci olarak şunu hatırlatayım: Farkların arasındaki benzerlik kadar, benzerliklerin arasındaki fark da bilgidir. Bilgi dediğiniz şey, zaten, bu iki halden birinden zuhur eder.
Önceki gece Erdoğan ile Gökçek uzun bir görüşme yaptı ve ben de kendi değerlendirmemi sıcağı sıcağına paylaştım. Dünkü metinden birileri, Gökçek’in sırtının yere getirilemez olduğunu düşündüğümü, asla istifa etmeyeceğini varsaydığımı filan çıkarabilir. Öyle düşünüyor veya varsayıyor değilim.
Ama…
Bir hafta önce Topbaş istifa ettirildi. Bu manasız mevzuları yakından takip etmediğim için bilmiyorum ama galiba Topbaş istifa etmeden önce Erdoğan’la bir görüşme yapmaya bile fırsat bulamadı —veya cüret edemedi, artık nasıl değerlendirirseniz. Gökçek ise, Tahran’dan yeni dönmüş Erdoğan ile görüşme talep etti, görüştü ve… Görüşmeden sonra bir istifa filan çıkmadı.
Yani birbirine benzer görünen iki vaka arasında bariz bir fark var ve bu fark bize bir şeyler söylüyor. Çok şey söylüyor.
***
AKP tabanına sorsak, “partinizin en kirli şahsiyeti kimdir” diye… “Behemehâl kurtulmak istediğiniz kimdir” diye sorsak, “Cemaatten en çok fayda sağlayan ve Cemaate en çok fayda sağlayan AKP’li kimdir” desek… Soruları böyle çoğaltsak, hemen hepsinde de Gökçek açık ara birinci çıkar. Topbaş bu soruların herhangi birinde Gökçek ile rekabet edemez. Gerçekliğin ne olduğundan söz etmiyorum —hiçbirimiz bilemeyiz herhalde, Topbaş-Cemaat ilişkisinin yoğunluğu ile Gökçek-Cemaat ilişkisinin derinliği arasında ne fark var. Yaygın ve genel algıya işaret ediyorum.
Ama Topbaş gitti. Gökçek kaldı.
Haftaya Gökçek de gider mi? Gidebilir. Ama Gökçek’in Topbaş’ın gittiği gibi gitmediği bilgisi baki kalır. AKP kamuoyu da dâhil hemen herkesin zihninde, Topbaş ile Gökçek’in tutumları arasındaki fark, bir soru işaretinin kaynağı olarak kalacaktır.
İnsanlar —anladığım kadarıyla— kafalarının içinde her şeyi taşımaya razı gelebiliyorlar ama soru işaretlerini taşımaktan hoşlanmıyorlar. Soru işaretlerinden kurtulmanın en kestirme yolunun, bir cevap uydurmak olduğu da görünüyor. Eğer şimdiden uydurmuş olmayanlar varsa, kısa süre içinde bir cevap uyduracaklar veya uydurulmuş cevaplar içinden meşreplerine en uygun olanı seçip satın alacaklardır.
Net olarak söyleyebiliriz ki, uydurulan veya satın alınan cevapların hiçbiri Erdoğan’ın işine gelecek cevaplar değil. Aslında halkla ilişkiler literatüründe kriz dediğiniz hal, sizin hakkınızda uydurulan cevapların sizin aleyhinize olmasından başka bir şey değil —yani önceki gece zuhur eden hal, Erdoğan açısından bir kriz.
Kriz yönetimi dediğiniz iş de, sizin aleyhinize olan cevapların zihinlere yerleşip kalmasına mani olma çabasından başka şey değil. Erdoğan kriz yönetmeyi bilmiyor. Kriz çıkarıyor, krizden avantajlı çıkıyor ama iki sebeple (a) karşısında krizden faydalanmayı akıl edebilecek aktör yok, (b) her bir krizde, bir öncekinden daha katıksız şiddet uygulamak zorunda kalıyor ve “bu kadarını göze alamaz” denecek şeyleri göze alıyor.
***
Erdoğan-Gökçek görüşmesinin ardından Gökçek’in istifa etmemesi, “vay Gökçek’in elinde ne belgeler var ki Erdoğan Gökçek’e boyun eğdi” gibi bir renkten, “Erdoğan’ın istediğini alamayacağı haller de vuku buluyormuş” rengine kadar geniş bir skalada cevaplara sebep oldu. “Hadi oradan, Gökçek’e diş geçiremeyen dünya lideri mi olurmuş” diye eğlenenler de oldu. Yani Erdoğan imgesinin ya şurası veya burası, muhtelif ölçeklerde yaralandı.
Yaralandı da ne oldu? Yaralanmasıyla ne olur?
Hiçbir şey. Eğer bu yaralardan bir fayda devşirmeye çalışan ve bunu beceren birileri yoksa… Mesela rakibin sağ beki maçın ortasında sakatlanmış ama siz sol taraftan onun hiç üzerine gitmemişsiniz gibi bir hal. Veya üzerine gitmişsiniz ama sağ beki her geçtiğinizde topla birlikte taca çıkmışsınız gibi…
AKP’nin ve Erdoğan’ın karşısında olanlar —veya karşısında olduklarına inanmamızı bekleyenler— “oh, Gökçek Erdoğan’ın karizmasını çizdi” filan diye sevinç sergiliyorlar sosyal medyada. Sıradan insanların, yani tribünde maçı seyredenlerin böyle hissetmesinde anlaşılmaz bir şey yok, ama sahada rakip olmasını beklediğimiz özneler böyle davranıyorsa… Ya tedavi edilemez bir ahmaklıktan mustariptirler veya Erdoğan tarafından bir biçimde rehin alınmışlardır.
AKP seçmeninin zihninde oluşan istifhamlar, otomatik olarak sizin hanenize rey olarak yansımaz. O istifhamların işlenmesi gerekir —ki siyaset dediğiniz şey, tastamam da o “istifhamları işleme” faaliyetinden ibarettir.
Ortada muhalefet etmek için son derece elverişli bir zemin var mı? Var. Muhalefet var mı? Siz cevap verin.
***
Gelelim katıksız şiddet meselesine.
Daha önce —başka kelimelerle de olsa— defalarca söyledim, Erdoğan altı yıldır artan dozda korku üreterek siyaset yapıyor. Sadece korku. Akıl, mizah, incelik, yaratıcılık filan hiç yok. Bu tür bir siyaset anlayışının, daha doğrusu hayatın her alanında bu tür bir anlayışın ciddi bir defosu var: Korkutarak iş görüyorsanız, her gün daha büyük korku imal etmeniz icap eder.
Bu anlayışın daha ciddi bir defosu var: Korkmayan bir tek kişi, korkunun işe yaramadığı bir tek vaka, o güne kadar biriktirdiğiniz ne varsa hepsinin berhava olmasına yol açar.
Netice itibariyle Erdoğan kriz yönetmeyi bilmiyor ve krizle karşılaştığında korku üretmek zorunda kalıyor. Korku üreterek krizi aşmak başka, krizi yönetmek başka. Korku, bu işi benden daha iyi bilenler de herhalde teslim edecekler ki, kriz yönetmenin uygun araçlarından biri değil. Bu ölçekte korku üretmek zorunda olmak, tastamam bu halin kendisi, kriz yönetimindeki beceriksizliğin delili.
***
Demiş oldum ki (a) önceki gece şahit olduğumuz vaka Erdoğan’ın kronolojisinde önemli bir yere sahip, (b) Erdoğan büyük yara aldı ve fakat o yaradan faydalanmayı bilen özneler olmadıkça Erdoğan’ın yaralanmış olması kendi başına neticeyi değiştirmez ve (c) Erdoğan cahil ve beceriksiz biri, yanında da —anlaşıldığı kadarıyla— kafası çalışan ve/veya sözünü dinletebilecek kimse kalmadı. Bu tespitleri yazın bir kenara.
Erdoğan-Gökçek görüşmesinde neler konuşulduğuna dair palavralar orta yere dökülmeye başladı. Birileri “güvenilir kaynaklara yaslanarak”, 1,5 saat şu konuşulmuş, kalan sürede bu konuşulmuş filan gibi manasızlıkları sıralıyor. E, o güvenilir kaynaklar bu bilgileri nereden almış? Erdoğan’dan aldılarsa, Erdoğan o gece ne konuşulduğunu anlatamaz. Gökçek’ten aldılarsa? Gökçek anlatmaz. Bilemeyiz ne konuşulduğunu ve muhtemelen bilemeyeceğiz.
Ama…
Öyle “senin şu kirli çamaşırlarını orta yere dökerim” filanlara ihtiyaç yok. Ben Gökçek olsam, “istifa ederim ama Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığından değil, partiden” der veya bunu ima ederdim mesela. Arkasına da “Cumhurbaşkanlığı seçiminde de yüz bin imza toplar aday olurum” gibi bir imayı ekleyerek.
Gökçek bu hususlarda benden çok daha tecrübeli ve Erdoğan’ı benim tanıdığımdan daha iyi tanıyor. Daha şık bir çözüm üretmiş de olabilir. Ama sizi temin ederim, benim bulduğum formül bile kâfidir, iş görür. İki sebeple…
Birincisi, Erdoğan muhtemel bir seçimde yüzde 50 artı bir almanın ne kadar müşkül bir şey olduğunu biliyor. Bırakın yüzde birkaç kaybı, birkaç yüz bin kaybı bile göze alamaz. İkincisi ve daha ehemmiyetlisi, Erdoğan korkak adamın biri. Hep diyegeldiğim gibi, bütün gücünü karşısına çıkanların kendisinden daha çok korkmalarından devşiriyor. Bu tür bir oyunun en ciddi defosu da, yukarıda dediğim gibi, korkmayan biriyle nasıl oynayacağınızı bilemez olmanız. Gökçek sadece yukarıda sözünü ettiğim imaları yapmış olsa, Erdoğan’dan korkmadığını ve dövüşeceğini hissettirmiş olur ki, Erdoğan öyle bir rakiple nasıl dövüşüleceğini bilmiyor. Siz ondan, onun sizden korktuğundan daha çok korkacaksınız ki beyzadem oynayabilsin. Yani siz oyundan kendi rızanızla çıkacaksınız ki…
Erdoğan Gökçek’in görüşme talebini kabul ettiğinde kaybetmişti yani. Şimdiye kadar kazandığı bütün maçları, maça çıkmamakla kazanmıştı zaten. Siz onun, herhangi bir adilmiş gibi görünen ortamda herhangi bir rakibiyle maç yaptığına şahit oldunuz mu? Sadece skor tabelalarına bakarak hakkında bir efsane üretip duruyor —veya skorboarda bakarak üretilmiş efsaneleri satın alıyorsunuz. Kendi sahasında bile olsa, çıktığı maçı kaybetti işte. Evet, kapısında beslediği mahlûkat anında “zaten istifa görüşülmedi” filan diye havlama bombardımanına başlayıp, skor tabelasını düzeltme telaşına girdiler. Hep olduğu gibi… Ama…
Erdoğan yenildi. Yıllardır yenilip duruyor. Beter olur umarım.
Mesele şu ki, Erdoğan Gökçek’e karşı kaybettiğinde de, Rusya’ya karşı kaybettiğinde de, Esad’a karşı kaybettiğinde de, biz de kaybediyoruz. Erdoğan’ın kapısında birkaç kemik karşılığı havlayıp duranlar dışında kazanan kimse yok.
“Biz” dediğimiz öznenin imkanları bir tek şahsın tekeline devredildiğinde, o budalanın her kaybı, herkesin kaybı olur. Bu örgütlenme tarzından hayır çıkmaz yani.