Gurbet

Önceki akşam bir restoranda yemek yedik. Biz restorana gittiğimizde birkaç masada CHP’li vekiller vardı. Bizden sonra çok sayıda CHP’li vekil daha restorana geldi ve içeri —sigara içilmeyen tarafa— geçti. Sonraki kısa süre içinde masamıza birçok vekil geldi, gitti. İçlerinden biri kamuoyu tarafından tanınan biriydi.

Derken kalkmaya karar verdik. Bizim masadakiler kısa süreliğine izin alıp, içeri gittiler. Ben tek başıma cep telefonuyla oynarken biri omzuma dokundu. Arkalardaki bir masaya beni davet etti. Bir mana veremedim. Beni birine benzettiklerini düşündüm ama kıramadım da… Masalarına geçtim. İki kişiydiler. Benim, tanıdıkları vekille konuşmama şahit olmuşlar, gürültüde ne dediğimi duyamamışlar ama jest ve mimiklerimden yola çıkarak o vekile haddini bildirdiğimi düşünmüşlerdi.

Bundan da son derece memnun olmuş, bana teşekkür etmek istemişlerdi.

***

İkisi de Kürt idiler. Kürt olduklarını söyler söylemez HDP’li olmadıklarını eklemek zorunda hissettiler. “Ben,” dedim, “Kürt değilim, ama anladığım kadarıyla bu memlekette asla bir araya gelemeyecek boncukların yan yana dizilebilmesini sağlayan ip, Kürt düşmanlığı”. Birden bana duydukları sempatinin arttığını hissettim. Biri 80’lerde Konya’da okumuştu ve o dönemde Konya’da Kürt olduğunu öğrenenlerin, kuyruğu olup olmadığını kontrol ettiğini söyledi.

Herhalde abartıyordu.

Ama aşikâr görünüyordu ki, bu yurdu kendi yurtları olarak görememişlerdi hiç. Buna hiç izin verilmemişti. Okumuşlar, mühendis olmuşlar, TMMOB’da görev almışlar filan ama kendilerini hep gurbette hissetmişlerdi.

Az sonra arkadaşlarım geldi ve çıktık. Arkada bıraktığım iki Kürt mühendise içim acımıştı. Sonra birden farkına vardım ki, akşam boyu masamıza gelip giden CHP’liler de kendilerini bu ülkede gurbette hissediyorlardı. Partileri Anayasa Mahkemesine başvurmamaya karar vermişti ve hemen hepsi bu karara karşıydılar. Ama yine hemen hepsi, bu kararın neden verildiğini anlıyordu. Eğer Anayasa Mahkemesine başvurulsa, kendilerine milletten korktukları söylenecekti. Ortada bir millet vardı ve aşikâr ki o millet CHP’lileri ihtiva etmiyordu. Onlar, sadece şimdi, yani milletin yanında sığıntı gibi yaşamaya mahkûm olduklarında değil, iktidarın örtük ve olağan ortağı iken de, yani evin sahibi iken de gurbette idiler. Millet denen o tuhaf şeyden, kendisinden bu yurdun sahibiymiş gibi söz edilen özneden farklıydılar. Zaten hem o vakit ve hem de şimdi millet dememeyi, halk demeyi, toplum demeyi tercih ediyorlardı.

Sonra CHP’ye oy verip, seçimden kısa süre sonra “elim kırılaydı vermeyeydim” demeyi alışkanlık haline getirmiş onca arkadaşım geldi aklıma. Tuhaf, mana veremedikleri bir gurbetlik duygusu hepsinde baskındı. Hepsi herkesin iyiliğini istiyorlardı. Herkesin iyiliği için onca fedakârlığa katlanıyorlardı. Mesai dışındaki saatlerini bu toplumun çağdaşlaşması için yapabilecekleri ne varsa ona hasrediyorlardı. Ve işte o iki Kürt’ün yaptığı gibi, herkes tarafından kendilerine parmak sallanıyordu. “Referanduma gidiyoruz, bunlar burada kafa çekiyor” deniyordu onlar için. Her ne yapsalar kimselere beğendiremiyorlardı. Her yerde doğru olan şeyler, bu topraklarda doğru değildi ve onları yapan kendileri, “bu nefy-ü hicre müebbed, bu yerde mahkûm” idiler. İçinde doğdukları, yaşadıkları bu yeri yurt olarak görmelerine izin verilmemişti.

Ve…

Millet denen, kendilerine millet diyenler… Göbeğini kaşıyan bidon kafalılar… Başörtülüler…

Onlar da kendilerini hep, kendi evlerinde kiracı gibi hissetmişlerdi. DP, AP, ANAP ve şimdi AKP vasıtasıyla kirayı da kendileri aldıklarında bile, bir biçimde hep gurbetteydiler. Onların da burayı yurt olarak hissetmelerine izin verilmemişti.

***

Bu topraklarda, kendisini yurdunda hisseden hemen hemen hiç kimse yok. Herkes gurbette. Aleviler mesela… Tanıdığım onca Alevinin hemen hepsinin Alevi olduğunu, tanıştıktan çok uzun süre sonra, muhatabımın zihnindeki bilmem hangi testleri geçip güvenilir bulunduktan sonra öğrenebildim. Ermenileri, Rumları, Yahudileri saymıyorum bile…

Böyle bakınca…

Bu yurdun sahibi yok.

Yanlış hatırlamıyorsam bir Rus tarihçi, Kavalalı’nın elini kolunu sallaya sallaya Kütahya önlerine kadar gelebilmesini, Osmanlı’nın İstanbul dışını tamamen ihmal etmesiyle açıklamıştı. Çok ufuk açıcı bir açıklamaydı. Ama böyle, yurdun sahibi olmadığı bilgisiyle birlikte değerlendirilince, daha da manalı görünüyor.

Zannımca, sözünü ettiğim sosyal kesimlerin —en azından sizin mensup olduğunuzun dışındakilerin— kendilerini gurbette hissetmeye hakları olmadığı düşüncesi geçti aklınızdan. Nereden biliyorum? Yıllardır buna benzer mevzuları her açtığımda, bir biçimde, haklılık/haksızlık üzerinden uzun tiratlara maruz kaldım. Bugün de durum hiç farklı değil.

Kimin haklı, kimin haksız olduğunu bilmem. Ama kimin haklı, kimin haksız olduğu tartışmasının tamamen haksız olduğunu biliyorum. Tamamen haksız ve manasız. Kendisini gurbette hisseden, gurbette hissediyordur. “Öyle hissetmeye hakkın yok” demekle çözülebilecek bir problem olsaydı, şimdiye çoktan çözülmüş olurdu. Öyle çözülebilecek bir problem değil bu.

Nasıl çözülebilir, onu bilmiyorum.

Ama…

Çözülmeden, aksine durmadan derinleşerek gelmiş bu problemin, bu yurdun bir sahibinin olmaması probleminin, artık ertelenemez, görmezden gelinemez bir problem olduğunu biliyorum. Bana öyle geliyor.

Bana öyle geliyor ki, üstelik bir de değil, birkaç Kavalalı bu yurda orasından burasından dalacak ve ellerini kollarını sallaya sallaya, bir diğerine dokunana kadar yoluna devam edecek.

Ve hepimiz ötekinin kaybına sevinerek…

Tıpkı dün gece Fenerbahçe’nin Krasnodar’a yenilmesine sevinen Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar ve diğerleri gibi, Kürtlerin kaybına Kürt olmayan herkes, dindarların kaybına dindar olmayan herkes, Alevilerin kaybına Alevi olmayan herkes, laiklerin kaybına CHP’li olmayan herkes sevinecek.

Tuhaf bir durum ama öyle… Hepimiz kaybedeceğiz ve hepimiz sevineceğiz.

***

Nasıl olup da bu duruma geldiğimiz, kimin nerede yaptığı hangi hatanın problemi ağırlaştırdığı, hangi hatanın kronikleştirdiği filan hakkında sayfalarca tahlil yapabilirim. Ama yapmayacağım. Sadece başka kelimelerle söyleyegeldiğim bir şeyi tekrarlayıp bitireceğim.

Burası ancak hepimizin yurdu olabilseydi her birimizin yurdu olabilirdi. İçimizden herhangi birinin yurdu olamadığında, hepimiz gurbetteyiz.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin