Hak

Bu dünyadan Bismarck diye biri geçti.

Dağınık bir prenslikler konfederasyonundan ibaret olan Almanya’yı dünya sahnesinin güçlü aktörlerinden biri haline getiren adamdı. Alman İmparatorluğunu kuran adam olduğu emniyetle söylenebilir. O imparatorluğun ilk Şansölyesi oldu.

Neresinden baksanız, Erdoğan’ın imreneceği bir kariyeri oldu.

Mesela koltuğa ilk oturduğunda, kendisinin temsil ettiği her şeye kategorik olarak karşı olan liberallerle işbirliği yapıp Katoliklerle boğaz boğaza geldi. Sonra liberalleri satıp, Katoliklerin desteğini aldı. İlk dönemlerde Rusya ve Avusturya İmparatorlukları ile ittifak yaptı, Orta ve Doğu Avrupa’daki küçük prensliklerin defterini onlarla birlikte dürdü. Çok geçmeden Avusturya ile kapıştı. Sonra zaten kapışmadığı kimse kalmadı.

Rivayet olunur ki, büyükelçilerinden biri “sayenizde herkes bizden nefret ediyor” demişti kaygıyla. Bismarck, büyükelçinin hiç beklemediği bir reaksiyon göstermiş, “korkuyorlar mı” diye sormuştu. Büyükelçi şaşkınlıkla “çok korkuyorlar” dediğinde de omuz silkerek, “korksunlar da isterlerse nefret etsinler” demiş, görüşmeyi bitirmişti.

Erdoğan, “ne yapıyorsunuz, Batılı dostlarımız bizden nefret ediyorlar” diyebilecek monşerlerden birinin ağzının payını böyle verebilmek için, herhalde, ömründen birkaç yıl verebilir.

***

Siz de farkındasınız herhalde, Bismarck Erdoğan mukayesesinde eksik olan bir şey var. Evet, Erdoğan sayesinde herkes bizden nefret ediyor, tıpkı Bismarck Almanya’sından bütün Avrupa’nın nefret etmesi gibi… Ama bizden kimse korkmuyor.

Bismarck’tan korkuyorlardı, çünkü elinde Avrupa’nın en güçlü kara ordusu vardı. Öyle III. Napoleon’un merasim ordusu gibi değil, sahiden çağının en güçlü ordusu… III. Napoleon’un da kalabalık, gösterişli, Fransızların böbürlenmesini sağlayabilecek bir ordusu vardı ama savaş kabiliyetinin neredeyse sıfır olduğunu en iyi bilenlerden biri, bizzat III. Napoleon idi. Çünkü onu o hale kendisi getirmişti.

Bu arada… III. Napoleon demişken…

Erdoğan Bismarck’ı bilse Bismarck olmaya pek hevesli olabilir ama aslında Bismarck’ın çağdaşı III. Napoleon’u daha çok andırıyor. III. Napoleon Fransa’nın halkoyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı idi. Cumhuriyeti yıkıp İmparatorluğunu ilan etti. Fransa’nın son İmparatoru oldu.

Ortalık karışıktı. Avrupa karışıktı, Fransa Avrupa’dan da karışıktı. Fransa tarihinin parlak dönemlerine gönderme yaparak, geniş kesimlerin desteğini kazandı ve Cumhurbaşkanı seçildi. Oraya buraya, bilhassa da ordunun başına kendi adamlarını getirip, kendisini emniyete aldı. Ama bu arada idrak etti ki, resmigeçitlerde müthiş bir görüntü sergileyen ve çok yüksek bir propaganda değeri olan Fransız ordusu, karton bir kaplandan ibaretti. Dolayısıyla onu Fransa içinde her gerektiğinde sergiledi ama savaşmasını gerektirecek hamlelerden hep kaçındı. Bu sebeple utanç verici gizli görüşmeler ve hatta anlaşmalar yapmaktan imtina etmedi.

Ta ki…

Yanında yamacında aklı başında kimse kalmayana kadar…

Kıta Avrupa’sının güç dengesini kısa sürede değiştiren ve en başta da Fransa için tehdit halini alan Bismarck’tan nefret eden ve onun durdurulması gerektiğini düşünen maskaralar, uzun uğraşlarının neticesini nihayet aldılar ve III. Napoleon’u savaşa ikna ettiler. Netice tam bir felaket oldu. III. Napoleon’un propaganda aygıtı, Sedan’da, Bismarck’ın gerçek gücüyle karşılaştığında perişan oldu. İmparator esir düştü.

***

Ordular, o dönemde, bugünkünden çok daha büyük öneme haizdi. Ama —görülüyor ki— o denemde de asıl tayin edici olan, akıl ve diplomasi idi. Bismarck mesela, daha önce Avusturya’nın sırtını yere getirmişti, istese Viyana’ya kadar gidebilirdi. Ama gitmemişti. Çünkü er veya geç Fransa ile hesaplaşma gününün geleceğini hesaplamış, arkasında kendisine borçlu bir Avusturya bırakmayı tercih etmişti. Rusya ile ilişkileri hep ikircikli idi ama çok güçlü olan ve çok güçlü olduğunu kendisinin de bildiği ordusunun aynı anda hem Fransa ve hem Rusya ile savaşmak zorunda kalmaması için her şeyi yapmıştı.

Yani?

Tarihte yaşanmış olanlar ile günümüz arasında kaba benzerlikler kurmak aklıma gelmez. Ne bugünün dünyası 19. Yüzyıl sonunun Avrupa’sını andırıyor, ne bugünün Türkiye’si o dönemin Fransa veya Almanya’sını… Erdoğan da bir III. Napoelon veya Bismarck değil.

Yine de bazı net çıkarımlar yapabiliriz:

  1. Eğer sizden korkmuyorlarsa, kendinizden nefret ettirmeniz pek iyi bir şey sayılmaz. İçeride sizden nefret eden herkesi fena halde korkutabilecek aygıtlarınız var ama dışarıda sizden nefret edenleri sürgit “mültecileri üzerinize salarım” filan gibi şantajlarla korkutamazsınız. Daha doğrusu, bu korkuya bu kadar çok güvenmek doğru değil.
  2. Propaganda değeri yüksek olan şeylerin başka problemleri çözmekte de işe yarayabileceği zannı, tam bir safsatadır. 15 Temmuz sonrası seferber ettiğiniz kaynaklar iktidarınızı tahkim edebilir ama doları düşürmek veya ekonomiyi yoluna koymakta, Halep’e muzaffer bir komutan olarak girmekte zerre kadar işe yaramaz.
  3. Her milletin övünebileceği şanlı hatıraları var. Ama onlar tarihte işe yaramış şeyler, bugünkü problemleri çözmekte işe yaramazlar. (Mesela Osmanlıspor tribünlerine asılan “işte geldiler, geri döndüler, yenilmez erler, yeniçeriler” pankartı, tam bir ahmaklık göstergesi. Yeniçeriler yenildiler. Yenildikleri için yok oldular. Dibine kadar Osmanlıcı biri için bile yeniçerilerin hatırasının net bakiyesi negatiftir.)

***

Sana Halep’i yedirmezler.

Sana Halep’i yedirmeyecekleri, daha baştan belliydi. İçeriye dönüp, “görüyorsunuz işte, herkes bize düşman, herkes bizden nefret ediyor” propagandası yapabilirsin. Mesela “sana Halep’i yedirmezler” dememi delil olarak gösterip, “işte bu da gayrımilli” filan deyip, tetikçilerini, hatta savcılarını, yargıçlarını, polislerini üzerime salabilirsin. Beni bir tehdit olarak görecek olursan, benimle yaptığın savaşı kolaylıkla kazanabilirsin. Ama sana yine de Halep’i yedirmezler.

Bu hal, dünyanın bugünkü konjonktüründe Türkiye’nin Halep üzerinde müessir olması imkânsız olduğundan değil. Türkiye’nin gücü, sınırlarının ötesinde bugünkünden çok daha müessir olmasına elverecek bir güçtü. O gücün nereden kaynaklandığını, nasıl tahkim edilebileceğini hiç düşünmeden, bu konularda hiç kafa yormadan, yenilmez erler Yeniçeriler kafasıyla, ahmakça işler yaptığın için sana Halep’i yedirmezler. Çok özetle söyleyecek olursam, Diyarbakır’ın gönlünü alamayana Halep’i yedirmezler. Diyarbakır’ın gönlünü almak için Trabzon’un gönüllü razılığını sağlayamayana Halep’i yedirmezler.

Senden Bismarck olmaz.

Neden?

Çünkü çıkıp “benim Bismarck olmama rıza göstermiyorlar” diye ağlaşıyorsun. Bismarck’ın da Bismarck olmasına kimse razı değildi. O, dövüşe dövüşe, kendisinden ve ülkesinden nefret edenlerin sırtını yere getire getire Bismarck oldu, onun Bismarck olmasına izin verdiklerinden değil.

Dövüşe dövüşe…

Ama kaba kuvvet, saldığı korku filan, Bismarck’ın Bismarck olmasında tali öneme sahip. O Bismarck oldu, çünkü hesabı kitabı biliyordu. Muhtemelen insanlık tarihinin en efektif bürokrasisini inşa etmişti. Bir milletin aklını, muhtemelen en yüksek verimle örgütlemişti.

Senden, bu milletin bunca yılda iyi kötü örgütlediği bütün aklını imha edip onu kendi kasaba esnafı aklıyla ikame eden adamdan, bırak Bismarck’ı, III. Napoleon bile olmaz. Sana bırak Halep’i, Diyarbakır’ı bile yedirmezler.

Beni? Benim gibileri? Aslı Erdoğan’ı filan?

Yersin. Doyar mısın? Orası meçhul.

***

Bitirmeden, tekraren özetlemeye çalışayım.

Lord Palmerston, “İngiltere’nin ebedi dostları yoktur, menfaatleri vardır” demişti. Senin beyinsiz tetikçilerin başka türlü bir dünyanın da mümkün olduğunu, menfaat ve güç yerine haklı olanın kazanabileceğini filan bağırarak, Türkiye’yi bir felakete sürüklüyorlar. Neticede hak eden kazanıyor zaten. Palmerston’un İngiltere’si, Bismarck’ın Almanya’sı, Palmerston ve Bismarck gibi gerçekliği gören, onu anlayan insanlar yetiştirip, emaneti onlara teslim ettiklerinden, kazanmayı hak ediyorlar.

Ülkelerin ebedi dostları veya düşmanları olmaz. Menfaatleri olur.

Ama…

Washington’da yarım saat görüşebilmek için kırk takla attığın Obama’ya içeride “ey Amerika” diye gürlemekle, kendisinden bir randevu alabilmek için elin Cumhurbaşkanını, kendi iş adamlarını filan aracı koymak zorunda olduğun Putin’e karşı “ne yani, tezek yakarız” dayılanmalarıyla, “van minut” filan diye dayılandığın İsrail’e vatandaşlarının kanını üç otuz paraya satmakla, bir milletin menfaatleri korunmaz. Ne korunur? Kendi menfaatin, milletin parasıyla finanse ettiğin çetenin menfaati korunur.

Hepsi o kadar.

Türkiye’nin dostları, düşmanları yok. Olmaz da… “Ama herkes bize karşı” ağlaşmaları, aslında, sadece dünyayı anlamaktan ne kadar aciz olduğunuzu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda kontrol edebildiğiniz gücü ölçmekten ne kadar aciz olduğunuzu, korkutamayacağınız öznelerin bizden nefret etmesine yol açtığınızı da gösteriyor.

Eh, aptallığınızın sınırsızlığı, sizden nefret edilmesini meşrulaştırıyor da bir bakıma… Hem bu kadar aptal hem de aptallığından bu kadar habersiz olandan nefret edilmez de ne yapılır? Ama sizden nefret edilmesinin faturasını hepimiz ödüyoruz/ödeyeceğiz.

Hak ettik mi? Elhak, hak ettik.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin