Hayır Diyecek Olanlara
Referandumda neyi oylayacağız? Oylanacak olan aslında ne?
Kendi fikrimi söyleyeyim: Jobs’ın, Jobsların yanında mı, yoksa IBM’in, IBMlerin yanında mı olduğumuzu göstereceğiz.
Steve Jobs, daha ölmeden mitolojik bir kahramandı. Öldü, iyiden iyiye badem gözlü oldu. O öldükten hemen sonra yaratılan atmosferde yazmıştım, Jobs bir zamane Prometheus’u olarak pazarlanmış biriydi. Gaddar, mesuliyetsiz, kaprisli Olympos tanrılarına yani IBM ve Microsoft’a kafa tutmuş ve —Prometheus nasıl ateşi insanlara hediye etti idiyse— tanrıların tekelindeki bilgiişlemi kişiseleştirerek biz sıradan insanlara hediye etmişti.
Hikâyenin aslı ise biraz farklı.
IBM’in başlangıçta, yaptırdığı piyasa araştırmasına inanıp kişisel bilgiişlem sektörünü ciddiye almadığı doğru. Apple’ın bilgiişlemin demokratikleşmesi sürecinde muazzam bir adım olduğu da… Ama sonrası bambaşka biçimde gelişti.
Geçen yüzyılın en sahici Olympos’larından biri olan IBM yönetim merkezi, kişisel bilgiişlemin geleceği hakkında fahiş bir tahmin hatası yaptığını çok geçmeden idrak etti. Ve kendisinden hiç beklenmeyen, geleneksel tarzına hiç uymayan bir adım attı. Başkalarının tasarlayıp imal ettiği muhtelif bileşenleri bir araya getirip, IBM markası altında pazara sundu. Kişisel bilgiişlem devrimini IBM’in bu hamlesine borçluyuz, Jobslara değil.
Çünkü o dönemde Jobs, daha sonra hep yapacağı gibi, bizim neye ihtiyacımız olduğunu bizden daha iyi bildiği inancına yaslanan tasarımlar yapıyordu. Apple ve arkasından piyasaya sürülen Mac, kimsenin herhangi bir yerine herhangi bir şey ekleyemeyeceği, budaksız tasarım ürünleri idi. Tıpkı şimdiki iPhone’lar gibi… (Aslında Jobs’ın kim ve nasıl biri olduğunu en iyi anlatan, tavizsiz/pazarlıkız NeXT macerasıdır ve fakat şimdi, teferruatına girmek için uygun zaman değil.)
IBM’in yaptığı ise, tam aksine, hızla gelişmekte olan bir sektörde yer almaya iştahı olan herkese bir yer açmak oldu. IBM’in hamlesi sayesinde, dünyanın dört bir yanında —Jobs’tan çok daha zeki ve yaratıcı olan, ama onun bulduğu fırsatı bulamayan— bir yığın “no-name” kahraman, kendisi için uygun fırsatı buldu. IBM-PC’nin kendisi değil belki ama onunla uyumlu “no-name” kişisel bilgisayarlar, neredeyse her hafta yeni bir şey eklenerek gelişti. Neticede Apple pazardaki tahtından oldu.
Eğer IBM bu hamleyi yapıp pazara yeni bir standart sunmasaydı, sektördeki muazzam gelişmeyi gerçekleştiren onca insanın hiçbiri yaptıklarını yapamayacaktı. Kibirli Jobs ve arkadaşları, pahalı oyuncaklarını yıllar yılı bize kazıklamayı sürdüreceklerdi. Çoğumuz onların doymaz iştahlarının fiyatını karşılayamayacağımız için bir bilgisayar sahibi olamayacaktık. Bilgisayarlarımız da, bugün hepimize sıradan gelen özelliklerin birçoğuna henüz sahip olamayacaklardı.
Hikâye eksik kalmasın: IBM, bir marifeti olan herkesin kendi marifetini ekleyecek bir budak bulabileceği tasarımı, bizi çok sevdiği ve makul bir fiyata yüksek performans edinme hakkımızı gözettiği için tercih etmedi. Vakti yoktu. Telaş içindeydi. İçine sinmese de böyle davrandı. İkincisi, IBM yazılım alanında aynı tavrı göstermedi. Yazılımın Jobs’ı olan Gates’i yaratıp insanlığın başına musallat etti. Yani tarihin olduğu gibi olmasını sağayan niyetler değil, tutumlardı. Ama biz yine, yeniden, her vakit olduğu gibi, niyetler üzerinden saf tutup, niyetler üzerinden tartışıyoruz. Anlaşılan hep öyle yapmayı sürdüreceğiz.
***
İddiaya bakılırsa, insanoğlunun hepi topu yedi hikâyesi var. Prometheus o yedi şemadan biri. Mesela Musa, mesela Davud, mesela Jobs, görünen o ki, her biri birer Prometheus. İnsanüstü, devasa güçlere karşı sıradan insanların hukukunu gözeten, bunun için risk alan ve neticede kendileri kaybetse bile sıradan insanlara hayat alanı açan kahramanlar bunlar.
Erdoğan bu zincirin aktüel halkası olarak pazarlanıyor.
Şimdi deniyor ki, bu referandum sürecinde Erdoğan’la uğaşmak stratejik olarak yanlış. Çünkü —araştırmalar gösteriyor ki— Erdoğan’ın arkasında son derece sağlam bir destek var ve eğer Anayasa değişikliğinin yanlışlarıyla değil de Erdoğan’la dövüşülürse, kazanılması çok müşkül.
Ben ise demiş oluyorum ki, aynı araştırmaların gösterdiği şey aslında, Erdoğan’ın bir tür Prometheus, bir Jobs, bir Musa olarak algılandığıdır. Eğer bu algı deforme edilemezse, referandumda hayır çıkması neredeyse imkânsızdır.
Jobs’ın Olympos’u IBM idiyse, Erdoğan’ın IBM’i de CHP idi. Jobs öldüğünde Baykal henüz derdest edilmişti. Kılıçdaroğlu CHP’yi IBM gibi davranmaya sevk edebilir, Erdoğan’ın tasarımında yeri olmayan herkesin kendisine yer bulabileceği bir standart oluşturabilirdi. O ise kendisinden, bir başka Jobs yapmaya yeltendi. Neticede Türkiye’de siyaset, durağan, gelişme hızı düşük, maliyetleri ve fiyatları yüksek bir endüstri olmaktan çıkamadı. Kılıçdaroğlu’ndan ve CHP’den de bir şey olmadı.
Önümüzdeki referandumda CHP’ye güvenmenin bir manası yok. Erdoğan’ın bileğini bükmeden, arkadan dolaşarak bir netice almanın da mümkünü yok.
***
CHP’ye güvenmenin neden manası yok?
Hayır diyeceği baştan belli olanların sosyal medyada paylaştıklarına bakınca, her birinin bir nevi Olympos sakini olduğu görülüyor. Türkiye’den, bu ülkenin insanlarından, hatta bu bölgenin insanlarından, hatta insanlardan tiksiniyorlar. Ateş kendi tekellerinde olsa, insanoğluna bir tutam köz vermeyecekleri kesin.
CHP bu mahlûkatın partisi olarak algılanıyor.
“Ama değiliz” filan demenin bir manası yok. Bir defa öyle algılanıyor ve tayin edici olan algıdır. İkincisi, bu algı hiç de sebepsiz değil. CHP’ye oy verenlerin ve CHP adına söz alanların kahir ekseriyeti, sıradan insanlara kategorik olarak karşı olmasalar da, onları kendi yanlarına kabul edebilmeleri için bir dizi tören lazım geliyor. Yani kendileri —Olympos kadar yücelerde değilse bile— bir üst katta ikamet ediyorlar ve oraya çıkabilmeniz için bir yığın şartı yerine getirmeniz icap ediyor.
CHP, bu kısa süre içinde ne kendisi değişebilir ve ne de kendisi hakkındaki algıyı değiştirebilir. O orada öyle, Erdoğan’la filan uğraşmadan, renksiz kokusuz bir kampanya yürütse Hayır diyecek olanlaın menfaatine…
HDP?
HDP’ninki ayrı bir trajedi. Ayrı bir hikâye olarak okunması gerekiyor. Ama özetle söyleyecek olursak, kendi tabanını sağlam tutmasından fazlasını beklemek için bir sebep görünmüyor.
Bu referandumun neticesi, “no-name” kahramanların elinde. Onlar, kendileri için bir standart oluşturabilecek bir IBM’in de mevcut olmadığı durumda, bir yandan o standardı oluşturup bir yandan da kendi marifetlerini diğerlerinin marifetlerine eklemlemek zorundalar. Birbirlerine eklemlenerek Erdoğan’ın bileğini bükmek, büyüsünü bozmak, karizmasını çizmek, sahte bir kahraman, sahte bir Musa olduğunu göstermek zorundalar.
Durum bence hiç ümitsiz değil. Çünkü…
Erdoğan aslında Prometheus değil, Musa değil, Davud değil… Kötü bir Jobs kopyası. Jobs’ın yanında bir yığın kafası çalışan adam, altında hızla devinen bir endüstriyel dalga vardı, en azından. Erdoğan, yanında yer alabilecek kafası çalışanları tasfiye edip bir yığın vasıfsız mahlûkattan bir duvar ördü etrafına ve kendisini taşıyan, taşımayı sürdürebilecek dalgadan inip, manasız bir zemine yerleşti.
Ama durum bence hiç kolay da değil. Çünkü…
Ne kadar etkisiz kalsalar da CHP ve HDP var. Ortada kamuoyu araştırmalarını manasız bir biçimde okuyup “Erdoğan’a dokunmayın” diyen, böylelikle suyu bulandıranlar var. Bir standart yok yani. Standart koyacak bir özne de yok. Vakit dar. Erdoğan’ın devleti, Hayır demeyi bir tür suç olarak tarif etmeye şimdiden başladı. Ne kadar şirretleşebileceklerini tahmin edebilmek müşkül.
***
Hayır diyenlere, diyecek olanlara, denmesini isteyenlere gelsin…
Bugün Türkiye’de yaşayanların kendilerini bir tür Davud-Golyat hikâyesinin içinde algılıyor olduklarından hiç şüpheniz olmasın. Bu atmosferde Davud’un taş diye seçtiği şeyin Golyat’ın cesametiyle orantısız olduğunu filan anlatmaya çalışmakla netice almak imkânsız.
Kamuoyunu (a) ya bir Golyat’ın mevcut olmadığına inandırmak gerekiyor veya (b) Erdoğan’ın Davud olmadığına, aksine Golyat’ın ta kendisi olduğuna… Dünyanın şartlarına, bölgenin şartlarına bakınca, ortada bir Golyat olmadığını kabul etmek bana daha zor görünüyor.
Herkese kolay gele…