Hişt! N’oluyor?
Tuhaf şeyler oluyor.
“Tuhaf şeyler” derken YPG’nin “sonuna kadar direneceğiz” diye gürleyip ertesi gün pılıyı pırtıyı toplayıp çekilmesinden söz etmiyorum mesela. Bu tür, beyanlar ile aksiyonlar arasındaki tutarsızlıklara şaşırmamayı öğreneli çok oldu. İlaveten, çekilmelerinin iyi olduğunu da düşünüyorum. Manasız can kayıplarına yol açacak bir direniş en son isteyeceğim şeydi.
Ama…
Bildiğimiz, tanıdığımız PKK’nın —bu ölçekte bir yenilgiyi telafi etmeyecek olsa da— intikam saldırıları yapmaya kalkacağını tahmin ederdim. Öyle olmadı —iyi ki olmadı, daha da manasız can kayıpları gerçekleşecekti. İyi ki olmaması bir yana, neden olmadığı bir soru işareti olarak duruyor. Niyet mi etmediler? Niyet ettiler de teşebbüs edemeden yakalandılar mı? Niyet etmedilerse neden? Yakalandılarsa, Türkiye istihbaratının bu ani ve beklenmedik cevvaliyeti nereden kaynaklanıyor? Daha açık sorayım: PKK’nın elini kim tutuyor veya önünü kim kesiyor? Neden?
Başka bir tuhaflık… PKK Afrin’i Esad’a vermektense Türkiye’ye teslim etmeyi neden tercih etti?
Büyük Afrin Zaferinin tam da 18 Mart’a, Çanakkale Zaferinin yıldönümüne denk getirilebilmesi de tuhaf mesela. Anlaşılan o ki, şöyle geniş geniş bir planlama imkânı sağlanmış durumda Erdoğan’a… Erdoğan’ın yürüdüğü yollardaki tümsekleri düzleyen, dikenleri o gelmeden temizleyenler kim? Dertleri ne? Bu işleri kotaranlar YPG’ye “sen ayak altından çekil, ezilme” mi dediler? Dedilerse dertleri ne? Silahlı Kürt grupları hangi proje için sakınıyorlar?
HDP’nin derdi ne? Hem Türkiye’deki Kürtlerin ve hem de hatta YPG’nin kayıtsızlığına rağmen Afrin türküleri söylemelerini, söylemeye çalışmalarını nasıl yorumlayacağız? Acemilik mi, aymazlık mı? Bir defa daha ve tam manasıyla örgüt ile devlet arasında tost mu oluyorlar?
Ve bana kalırsa en büyük tuhaflık…
Diyelim bundan dört ay önce size deseydim ki “TSK Afrin’e girecek, makul sayıda kayıp vererek, tam da 18 Mart günü Afrin şehir merkezindeki resmi binalara Türk Bayrağı dikecek”… “Olmaz öyle şey” derdiniz ve eklerdiniz, “velev ki olursa, 19 Mart sabahı Erdoğan seçim lafı etmeye başlar, böyle bir zaferin suyunu çıkarır, yandaşları da öyle bir gürültü koparır ki, sanırsın Viyana’yı düşürmüşler”. Öyle de olmadı. Milletin şeyine koyan müteahhitlerin, bu tecavüz imtiyazına mukabil ödedikleri haraçlarla beslenen zavallılar neler yazıp çizdiler bir fikrim yok ama sosyal medyadaki mahlûkat bile kâfi gürültü çıkaramadı.
Ne oldu? Neler oluyor?
“Zaten terazinin bu kefesine fazla ağırlık koymadı Erdoğan ve çetesi” desek, neden koymadılar? “Daha ne yapacaklardı, 18 Mart’a denk getirdiler, daha askerin teri kurumadan Sincar lafları etmeye başladılar” desek, e öyleyse neden yapılan gürültü doğru dürüst yankılanmadı? En azından bir yanda beklenmeyecek bir enerji eksikliği var. Hangi yanda? Neden?
***
Cevabını bilmediğim, cevabı bilmek bir yana kabul edilebilir bir hata payıyla tahmin etmek için ihtiyaç duyulacak minimum malumata sahip olmadığım, hatta hiçbir fikrim olmayan mevzular bunlarla sınırlı değil. Ama bunlar da, yakın vadeyi tahmin etmeye kalkmanın çılgınlık olacağını söyleyebilmek için kâfi herhalde.
Yine de… Hiçbir şey bilmiyor değiliz.
Silahlı Kürtleri kırdırmadılar. Erdoğan’a bir zafer hediye ettiler —veya en azından bir zafer kazanmasına mani olmak için hiçbir şey yapmadılar. ABD’de mevzuyla alakalı üst yönetim neredeyse tamamıyla değişti. Arap dünyasındaki Türk düşmanlığı bir vites yükseltti. Putin seçimini atlattı. Esad pozisyonunu önemli ölçüde güçlendirdi. Avrupa’da Kürtler sindirildi. Afrin konusunda pek de ağzını açmayan Avrupa, Guta konusunda daha yüksek hassasiyet sergiledi. Durduk yerde kimyasal silah kullanımı lafları dolaşıma girdi. Almanya değilse de Fransa ve İngiltere ABD’nin arkasında olduklarının bilinmesini özellikle istediler.
Nihai bir hesaplaşma için yığınak yapılıyor desek, öyle görünüyor, evet. Suriye’deki can pazarı kısa vadede toparlanmasın isteniyor desek, öyle de görünüyor.