Hukuk Devleti

Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden şey, Urfa’da buyurmuş ki burası bir hukuk devletiymiş, suçlular cezasını çekecekmiş.

Oh, yüreğiniz ferahladı değil mi?

Mukayese fırsatı sağlasın diye söyleyeyim, eğer burası bir hukuk devleti olsaydı, Suruç’ta malum hadise vuku bulur bulmaz malum pislikleri kusan şey, şimdiye kadar çoktan İçişleri Bakanlığı koltuğunu boşaltmak zorunda kalırdı. Daha önce ortalığa ettiklerini demiyorum, sadece şu son hadiseden sonra laf niyetine kustuklarını kastediyorum. Sadece onlar bile ya istifaya zorlanmasına, eğer direnirse görevden alınmasına yeterdi.

Burası bir hukuk devleti olsaydı, şimdiye kadar çoktan bir savcı Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunu pisleten şeyin yakasına yapışmış olurdu. TRT Genel Müdürlüğü koltuğunu pisleten şeyin yakasına, ta seçim kararı alındığından bu yana her gün yapışılmış olurdu. Malum hadiselerin gerçekleştiği hastanenin bütün görevlileri şimdiye kadar gözaltına alınmış olurdu. Orada polis üniformasıyla olan bitene seyirci olan şeyler, çoktan demir parmaklıkların ardına konmuş olurdu.

Filan…

Aslında bütün bunlara lüzum yok. Eğer burası bir hukuk devleti olsaydı, sen o pisletiyor olduğun, pislettiğin belli olmasın diye altın varaklarla süslediğin koltukta birkaç dakika bile oturamazdın. Hadi hasbelkader oturdun diyelim, Suruç’ta hastanede o katliamlar olduktan sonra “milletvekilimizin kardeşini PKK’lılar öldürdü” diye yerinde zıpladın ya, senin yakana da yapışılmış olurdu.

Burası bir hukuk devleti değil. Hiçbir vakit değildi ama hiçbir vakit seninki gibi pervasızca hukuksuz bir devlet de olmadı. Çünkü, az sayıda da olsa namuslu savcıları, hâkimleri, valileri, Diyanet İşleri Başkanları, TRT’de hiç değilse birkaç tane namuslu üst düzey görevlisi filan olurdu bu devletin —en kötü zamanında bile. İktidar partilerinde birkaç tane de olsa namuslu milletvekili, il başkanı, ilçe başkanı filan olurdu. Seninki, daha önce de dediğim gibi, sıfır hata. Hamurlarına zerre miskal namus, utanma, vicdan, merhamet bulaşmamış, son derece seçkin bir koleksiyon teşkil ettin.

Burası hukuk devleti değil. Hukuk, kural demek. Sen herhangi bir kurallı oyunu —satrancı, briçi boş ver, hatta tavlayı, piştiyi, damayı da geçtim, üçtaş olsa razıyım— oynamayı becerebilecek vasıflardan mahrumsun. Eğer bütün rakiplerinin elleri kolları bağlanmazsa, yetmez, ayakları da bağlanmazsa, yetmez, daha önce yüksek dozda uyuşturucu verilip uyuşturulmamışsa, onları yenebilecek vasıfların yok. On altı yılda bir defa Baykal ile bir TV programı dışında, herhangi bir rakibinle tartışmayı göze alamayan bir zavallısın. Sen kim, hukuk kim?

Zavallı…

Sana artık öfkelenemiyorum bile, sadece acıyorum. Acınacak bir haldesin.

De…

Sana acıyınca, İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturttuğun o şeye, “memleket pattiz, soğan lobisinin hücumuna uğradı” diye “akıl” teşhir eden embesile, sokak sokak, kahve kahve gezinmekte ve sana oy dilenmekte olan şeylere karşı ne hissedeceğim, onu bilemiyorum. Bunların erkek olanlarını, karıları adam niyetine koynuna alıyor, o kadıncağızlar hakkında ne hissedeceğim, onu bilemiyorum. Bunlar hakkında, yaşayan anneleri, babaları “yavrum” diye geçiriyor içinden, onlar hakkında ne hissedeceğim, onu bilemiyorum. Çocukları bunlara “baba” veya “anne” diye sevgi gösteriyor, onlar hakkında ne hissedeceğim, onu bilemiyorum.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin