İki Teşekkür

İki Teşekkür

Bir vakitler, artık asla ihya edilemeyecek eski güzel günlerin ballandıra ballandıra anlatılmasından gına gelmiş, “nostalji de güzeldir ama teknoloji daha çok problem çözer” diye parlamıştım. Aslında nostaljiyi güzel bulmazdım. Ama bir süredir, yaşlandım herhalde, mesela eski bütçe mevsimlerinin sıcaklığını arıyorum. Bütçeler, hanidir, medyamızın alakasına mazhar olabilen şeylerin arasında yer alamıyor.

Güzide medyamızın elbette pek çok kusuru var. Ama bütçenin medya mahallesine teğet geçmesinin mesuliyetini tek başına medyaya yüklemek, herhalde insafsızlık olur. Mecliste oynanan orta oyunu da yıllardır pek yavan yani.

Neyse, 2010 bütçe görüşmeleri sırasında, eski güzel günleri hatırlatan bir performansa şahit olduk. İlhan Kesici’nin CHP Grubu adına yaptığı konuşmadan herhalde haberiniz oldu. Olduysa, muhtemelen, İlhan beyin konuşurken elinde salladığı The Economist’in kapağının sebep olduğu feveran vesilesiyle olmuştur. Türkiye’nin herhangi bir yerinde ulaşabileceğiniz derginin kapağındaki Adem ve Havva illüstrasyonu, mebuslarımızı nedense fena utandırdı.

Belki de asgari ücret tartışması sebebiyle haberdar olmuşsunuzdur konuşmadan. İlhan bey 2002’de Sayın Erdoğan’ın yaptığı bir hesabı hatırlattı. O günlerin fiyatlarını almış Sayın Erdoğan, dört kişilik bir aile her gün üç öğün sadece çay ve simitle idare etse, asgari ücretten geriye pek bir şey kalmayacağını göstermiş ve “Allah’tan korkunuz, vicdanınız, insafınız yok mu” diye gürlemiş dönemin iktidarına. İlhan bey aynı hesabı bugünün fiyatlarıyla yaptıktan sonra, Sayın Erdoğan’ın sorusunu, bir şey ekleyip çıkarmadan, önündeki metinden aynen sordu hükümet sıralarına.

Sayın Cemil Çiçek’in bu hesaba itirazını pek anlayamadım. Yani diyelim ki onun kullandığı çay fiyatlarına itibar edelim, durumun 2002’dekinden daha vahim olduğu gerçeği değişiyor mu?

Sayın Kesici AKP iktidarı dönemindeki ortalama yıllık kişi başına gelir artışıyla, her yıl ancak bir kravat satın alınabileceğini söyledi mesela. Sonra AKP hükümetlerinin hızıyla GAP’ın tamamlanabilmesi için 75 yıl gerekeceğini…

Bir konuşmadan akılda kalacak ne çok şey… Böylesini özlemişim. Ama asıl özlediğim, üslup ve tarzdı. Gerektiğinde kendisiyle de ince ince dalga geçen, alay etmeden iğneleyen, öfkelenmeden hesap soran, ciddi meseleleri akılda kalacak bir biçimde dile getiren, renkli, sevimli, güler yüzlü, seviyeli, seyirlik bir tarzı vardı İlhan beyin. Böyle bir tarzın mümkün olduğunu unutmuştuk, hatırlattığı için kendisine şükranlarımı sundum. Huzurunuzda da kayıt altına alayım dedim.

***

Bir teşekkür de Başka Dilde Aşk filmine emeği geçenlere, destek verenlere, katkı sağlayanlara… Film başladıktan kısa süre sonra, Başka Tanrının Çocukları’nın (Children of a Lesser God) bir versiyonuyla karşı karşıya olduğumuzu düşündüm. Döneminde çok yankı yapmış, pahalı bir filmin kulvarına girmeyi de fazla cüretli buldum. Bir süre, perdede akıp duran görüntüleri, hafızamdaki William Hurt, Marlee Matlin görüntüleri ile mukayese ettim ister istemez. Zamanla, başlangıçtaki küçümsemem, giderek hayranlığa dönüştü.

Böyle bir lafın çok abartılı bulunacağını biliyorum ama bence, Başka Dilde Aşk, Başka Tanrının Çocukları’ndan daha iyi bir film. Mutlaka teknik olarak daha zayıftır ama temposu, hayatın birçok unsurunu birbiriyle ilişkilendirmekteki mahareti, bu sayede edindiği sahiciliği, bence müthişti.

Helal olsun.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin