İkisi de Kazansa

Horozlar öter, güneş doğar.

İnsan beyni, anlaşılan o ki, zamanlama konusunda böyle çakışmalar gördüğünde, onlara bol bol anlam yüklemeye pek hevesli. Baykal’ın defterinin dürülmesinden kısa süre sonra Mavi Marmara vuruluyor. Tam da o sırada PKK’nın marifetleri tırmanmaya başlıyor. Hepsi aynı bohçadan çıkmış olmalı.

Kaç gündür kim arasa, hep aynı muhabbet. Özeti şöyle: ABD bölgeyi tanzim etmeye karar verdi ya, onun direktiflerine direnen, kendisine rahatsızlık vermeye başlayan Ankara’nın ve Tel Aviv’in ikisine birden haddini bildirecek. Şimdi şahit olduğumuz da, bu haddini bildirme tezgâhı.

Gerçi bir tezgâh, bir komplo göndermesi yapmıyor ama Nuray Mert de, Kissinger’in İran-Irak savaşı sırasında, “Keşke ikisi de kaybedebilse” dediğini hatırlatıyor. Kissinger bir diplomat. Aslında neyi arzuluyordu veya asıl niyeti neydi, dediklerinden çıkarmak her zaman mümkün olmayabilir. “Keşke ikisi de kaybedebilse” derken zaten biliyordu herhalde, ikisi de kaybedecekti. Herkesin işinde gücünde olduğu bir sokakta, siz birisiyle yumruklaşırsanız, her ikiniz de kaybedersiniz.

***

Kissinger eğer bugünkü hal hakkında bir laf etmek durumunda kalsa, Türkiye ve İsrail için muhtemelen der ki, “keşke ikisi de kazanabilse”. Ama demese de olur, çünkü ikisi de kazanıyor zaten. Nasıl oluyor da oluyor, söylemeye çalışacağım da…

Önce isterseniz, ABD’nin İsrail’i pek sevdiği, Yahudi lobisinin ABD ile İsrail arasında bir muhabbet köprüsü tesis ettiği filan gibi varsayımlardan vazgeçelim. Ortada özel bir sevgi, muhabbet yok. Hatta Washington tarafından inşa edilmiş bir politika bile yok. Her şey, zamanında Londra’da üretilmiş olan bir düzenin sürdürülmesi çabalarından ibaret.

Londra’da da Yahudiler pek seviliyor değildi. Orta Doğu’da, kendi başına mevcudiyetini sürdürmesi imkânsız olan, Londra’ya muhtaç bir niş lazımdı. İsrail de oydu. Hâlâ da o. Bakmayın siz Yeni Dünya Düzeni filan gibi cafcaflı laflara. Bütün çaba, eski düzeni yeniymiş gibi paketleyip, bir süre daha idare edebilmek için.

Sonra, Washington’un Ankara’dan rahatsız olduğu varsayımları neye yaslanıyor? Neden rahatsız olsun? İran bazı netameli işlerini Moskova yerine Ankara’yla yapsa, İsrail’in mevcudiyetinin yarattığı gazı Tahran yerine Ankara alsa, Orta Doğu’nun kahramanı Tahran yerine Ankara’da ikamet etse, Washington için daha iyi değil mi?

Mavi Marmara’nın güzergâhını Washington’da birilerinin tasarladığını, İsrail askerlerine operasyon emrinin Washington’dan sufle edildiğini filan söylüyor değilim. Herkes Washington’u elbette dikkate alıyordur ama kimse direktif filan alıyor değildir. Lakin Washington’da ikamet edenler de, herkes gibi, yapımına katılmadıkları bir yığın şeyden nemalanırlar yani. İsterler elbette, başkasının açtığı şemsiye, kendilerini de yağmurdan korusa ne iyi olur.

***

Türkiye’nin intizamını, 2002’den bu yana, “Erdoğan mı, Baykal mı” sorusuna borçluyuz. Bu soru sayesinde siyasetin bütün ara tonları tedavülden kaldırıldı. Hep, ikisinden en azından birinin kaybettiği varsayımıyla akıllar yürütüldü. Hâlbuki ikisi de kazanıyordu.

Şimdi benzer bir tahterevalli, Ankara ile Tel Aviv arasında tıkır tıkır işliyor. İkisi de kazanıyor. Sokakta meşgul olacak iş güç kalmamışsa, herkes sadece seyirlik bir şeylerin telaşına düşmüşse, ortada naralananlardan başka kimseye ekmek kalmaz.

İsrail hakkında konuşurken hamaset tarihinin bütün rekorlarını zorlayan Erdoğan ve tayfası, laf İsrail’le yürütülen işbirliklerine, tamamına vakıf olmadığımız anlaşılan anlaşmalara filan getirildiğinde nasıl telaşlanıyorlar, nasıl herkesten daha gerçekçi oluveriyorlar, farkında değil misiniz?

Ankara da, Tel Aviv de kazanıyor, şüpheniz olmasın. Mesele şu ki, insanlar, hatta ABD’de yaşayanlar bile kaybediyor. Çünkü adına yeni demekle yenilenemeyecek kadar eskimiş olan bu düzen, ancak insanların şeyleştirilmesi pahasına sürdürülebiliyor. Hepimiz şeyleştiriliyoruz.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin