İkiyüzlülük
Kızım, dünkü yazıyı desteklediğini düşündüğü aşağıdaki bağlantıyı paylaşmış:
http://www.youtube.com/watch?v=0b9rOji_PWY
Videoda Robinson Cano’nun eski takımının taraftarlarının, onun fotoğrafına karşı gösterdikleri reaksiyon ile kendisine gösterdikleri reaksiyon arasındaki fark görünüyor. Videoyu seyrederken “canım bizim öfkelendiklerimiz çok daha büyük kabahatler işliyor” veya “ben olsam yüzüne karşı da…” filan diyebilirsiniz. Ama aslında mesele öyle değil.
Muhtemelen şöyle işliyor mekanizma: Ortada Cano yokken, Yankees soyut kavramına anlam veren beyin modülleriniz aktif. Ama Cano’yu görünce başka modüller kontrolü ele alıyor. Daha mühimi şu: Hiçbirimiz, modüllerin biri aktifken, diğerinin aktif olduğu halimizi zihnimizde canlandıramıyoruz. Daha doğrusu, herhangi bir modül aktifken her kimsek, tek mümkün halimiz zaten oymuş gibi görünüyor bize.
***
Şehir hakkında birkaç yazı yazdım. Aslında şehir denen şeyi, yazdığım sıklığın veya yazılardaki vurgunun ima ettiğinden çok daha fazla önemsiyorum. Çünkü şehir —birçok başka fonksiyonunun dışında, muhtemelen o fonksiyonların hepsinden daha mühim olarak— farklı sosyal kesimlerin, farklı ideolojik tutumlara sahip insanların bir birine temas etmesini sağlama fonksiyonuna sahip. Dolayısıyla şehirde büyüyen, şehirde yaşayan biri, kendisi gibi olmayanlara düşmanlık yapmak konusunda çok daha temkinli olur.
Yani teorik olarak öyle.
Pratikte pek de öyle işlemiyor gibi görünüyor. Daha doğrusu, şehrin bu fonksiyonu, özellikle son yirmi yılda hızla erozyona uğradı gibi görünüyor bana. Bu, bugünden geriye doğru bakınca geliştirdiğim retrospektif bir açıklama değil. İçinde yaşadığım ve sosyolojik değişimlerine birinci elden şahit olduğum Ankara, İzmir ve Eskişehir’in değişimleri üzerine gözlemlerimden yaptığım bir genelleme… Eskişehir, bir noktada, bu eğilimi tersine çevirmese, sadece Türkiye’nin değil, dünya şehirlerinin kasabalaşma sürecini bir tür kader olarak görmeye başlamıştım neredeyse.
Evet, Türkiye’nin şehirleri kasabalaşıyor. Ama dünya genelinde de ciddi bir sıkıntı var gibi görünüyor. Avrupa Şehir Şartına (European Urban Charter) zemin olan eğilimlere bakılırsa, herkes benzer dertlerden mustarip.
Hikâyenin —üzerinde ayrı ayrı düşünülmesi gereken— birçok boyutu var. Ama şimdilik şunu söyleyebilirim: Eğer şehirlerimiz daha vasıflı olsalardı, eğer şehirli yetiştirmek konusunda daha verimli olsalardı, bugün politika alanında şikâyetçi olduğumuz —ve şikâyetçi olmakta çok da haklı olduğumuz— bir yığın hal, hiç ortaya çıkmayacaktı. Belki yine AKP zuhur edecekti mesela ama o AKP böyle, CHP böyle, MHP böyle olmayacaktı. Erdoğan yine Başbakan olacaktı belki ama böyle davranamayacaktı. Ve saire…
***
Dolayısıyla, Cano’nun fotoğrafına karşı başka, yüzüne karşı başka davranan bizlerin tutum farklılıklarımızı ikiyüzlülük diye etiketleyip insanoğlundan hiçbir şey olmayacağı neticesine varıvermek veya bu ikiyüzlülüğü —mesela okul marifetiyle— gidermeden dişe dokunur işler işlenemeyeceği zannıyla çabalamak yerine, mesela şehirlerin kalitesini yükseltmek konusunda yoğunlaşsak…
Bana olur gibi görünüyor.