İktidarsızlığın Mükâfatı
Türkiye’nin en şaşaalı reklam ajanslarından biri, 2007 seçimleri öncesinde siyasi durumu tahlil ederken iki tespit yapmıştı. Birincisi, bir seçim öncesinde ilk defa olmak üzere, çok yoğun bir kararsızlık olduğu kanaatine varmışlardı. Hem de saflar aylar öncesinden netleşmişken, herkes kararını 27 Nisanda vermişken… Ne denir, yuh yani.
İkinci tespit daha da vahimdi. Cumhurbaşkanını seçtirememiş olmak AKP’nin iktidarsızlığının ispatıydı. Seçmen iktidarsız olana rey vermezdi. “Peki,” dedim, “sizce beş mebusu ikna etmek için ne lazım gelir?” Şaşırdılar. Cumhurbaşkanının seçilmesi için gereken açığı kapatmaya dünden gönüllü birçok mebus dolaşıyordu ortada. Anlaşılan o ki İstanbul’dan görünmüyorlardı. Ama İstanbul’da bile hemen farkına varıldı ki, muhtemelen vardılar. O halde AKP ne demeye beşini razı etmek için parmağını bile oynatmamıştı?
Çünkü —işten azıcık anlayan herkes farkındaydı ki— Cumhurbaşkanının seçilememiş olması, seçime giderken, AKP’nin güvenebileceği yegâne şeydi. Seçimde oynayacak daha etkili bir kozu yoktu. O koz da zaten, tek başına seçim almaya kâfiydi. Nitekim TV ekranlarında, billboardlarda filan neler denmiş olursa olsun, Anadolu’nun bütün ücralarında, aylar boyunca sadece Cumhurbaşkanlığı seçimi konuşuldu. Alnı secde görmüş Cumhurbaşkanı muhabbeti, AKP’ye muazzam bir zafer kazandırdı.
Yani reklamcılarımızın zannettiğinin aksine, iktidarsızlık, AKP’nin zaferinin tek sebebiydi. Anlaşılmaz bir şey yok, bu topraklarda yaşayanlar, yüzlerce yıllık tecrübeyle biliyorlar: Bütün ipler aynı kuklacının elinde olmamalı. Bu yüzden, kudret kimin elinde toplanırsa, ahali onu dengeleyecek olanın arkasında yığılır. Aslında Cumhurbaşkanının karısının başının ille de örtülü olması filan gerekmez yani. Kim zayıfsa, onun istediği Cumhurbaşkanı seçilmelidir, vesselam.
***
Şartlar çok başka şimdi. Bu da sokaktaki dilden belli. Daha önce AKP’ye oy vermiş, önümüzdeki seçimde de oy vermeyi düşünenlerin bile kullandığı lisan değişti hanidir. Enerji, heyecan yok. Kuru bir alternatifsizlik… Hepsi bu.
Eğer şu iki aylık sürede tuhaf işler olmazsa, görünen o ki, Erdoğan ilk defa muktedir biri olarak seçime girecek. Bütün ipleri elinde topladı. Memlekette ne olursa kendisinden bilinmesini istiyordu. Muradına erdi, arzusuna kavuştu. Her vuslat gibi bu da, hayal âleminin sonu olacak. Sevgililer gerçekle tanışacaklar.
Etrafındaki şakşakçıları Erdoğan’ı “senden büyük yok, sen her şeye kadirsin” diye dolduruşa getirmeye çalışıyorlar. Bundan dehşetli hoşlanıyor gibi görünüyor. Ama —şakşakçılarının aksine— sahiden muktedir olmanın, kavuşmanın, aşkın sonu manasına geleceğini hissediyor gibi de görünüyor. Bu seçim bundan önceki ikisini hiç andırmıyor ve galiba Erdoğan işin pekâlâ farkında.
AKP 2007 skorunu asla tekrarlayamaz. Hatta trajik bir çöküş bir tek şartta önlenebilir: Eğer AKP, minderde CHP ile yalnız kalırsa… Herkes biliyor ki, memlekette “kim kazanmasın” diye bir seçim yapılır ve ahaliye sadece AKP ile CHP seçenekleri sunulursa, referandumda olduğu gibi, AKP lehine 58-42 civarında bir netice alınır. Erdoğan da oyunu buraya getirmeye çalışıyor. Bu yüzden “bitaraf olan bertaraf olur”lara, “iki partili sistem”lere maruz bırakıldık.
***
Eğer şu iki aylık sürede tuhaf işler olmazsa, görünen o ki, AKP ile CHP yalnız kalmayacaklar. Kaldı ki CHP Erdoğan’ın yenmeye alışık olduğu CHP de değil. Çok doğru tahlillere yaslanıyor gibi görünmese de, çok akıllıca olmasa da, can havliyle, netice alır görünen işler yapıyor.
Bildik hikâyedir, süt kovasına düşmüş kurbağa, can havliyle çırpınıp durur. Sonunda onun çırpınmasıyla süt tereyağına dönüşür. Kurbağa da nispeten katı zeminden güç alıp, sıçrar kurtulur. Kalan süre CHP’ye yeter mi, kâfi oranda tereyağı birikir mi, bilmem. Ama sandıklardaki sütün 2007’deki kadar ak olmayacağına bahse girerim.
Cemalettin N. TAŞCI