İlk Bakışta Görünen

Şehirlerde herkes kendi gettosunda yaşıyor. İlk bakışta öyle görünüyor ki, hep insanların hoşgörüsüzlüğünden… Kendileri gibi olmayanlara hoşgörülü olsalar, her mahallede her türlü insana yer olurdu. Haydi, o kadar hayalci olmayalım, azıcık bari tahammüllü olsalardı, hiç değilse kesimleri birbirinden ayıran sınırlar biraz bulanık olurdu, değil mi ama?

Değil.

İnsanlar, özellikle de şehirlerde yaşamayı seçmiş olanlar, kendileri gibi olmayanlara genellikle hoşgörülüdür. Ama herkesin gönlü kendisi gibi olana birazcık kaydı mıydı, bölgeler kesin çizgilerle ayrılır. Böyle olabileceğini daha önceden bilmiyor idiysek, en azından Thomas Schelling’in otuz küsur yıl önce yazdığı makalelerden biliyoruz.

Devasa bir satranç tahtası hayal edin. Mesela yüz satırı, yüz sütunu olsun. Elinizde de 4800 siyah, 4800 beyaz pul olsun. Pulları tahtaya tesadüfî olarak yerleştirin. 400 kare boş kalacak. Sonra, tesadüfî olarak seçtiğiniz herhangi bir pulu inceleyin. Eğer sekiz komşusundan en az dördü kendi renginden değilse, onu boş karelerden herhangi birine taşıyın. Bu işlemi yeterince tekrarlarsanız göreceksiniz ki, bir süre sonra satranç tahtasının görünümü şehirlerin görünümünü andıracaktır.

Yani etrafınızdaki her sekiz kişiden dördünün size benzememesi sizi rahatsız etmiyor olsa bile, şehir keskin sınırlarla parsellenir. Yaptığınız iş tesadüf barındırdığı için, işlemi yeni baştan her gerçekleştirdiğinizde farklı bir parselasyona ulaşırsınız. Ama her defasında siyah adalarınız ve beyaz adalarınız olur.

Üstelik bu hal anlaşılmaz bir hal de değil. Tabiat küçük farkları büyütür. Her insanda tabii olarak mevcut olan —olmasından birçok alanda çok faydalandığımız— hafif seçicilik milyonlarla çarpıldığında, sızdırmaz bir parselasyon çıkar ortaya.

***

Tabiatın yaptığı işi insanlara fatura edince, insanları düzeltiverme şehveti doğuyor. Bakılıyor dünyaya, hayallerdeki gibi değil. Kusur da insanlarda bulunuyor. İnsanları düzeltivermek için olur olmaz politikalar geliştiriliyor. Sonra bu politikalar netice vermiyor. Yani insanlar düzeliyor mu, düzelmiyor mu bilmem ama şehirlerin dokusu değişmiyor. Peşinden, “her şeyi yaptık, düzelmiyorlar” diye insanlara bir güvensizlik ve sevgisizlik yayılıp derinleşiyor. Sonra?

Sonra, Tophane.

Tophane’de olup bitenin, memleketin insanının hoşgörüsüzlüğü ile bir alakası yok. Tophane benzeri olaylardan yola çıkarak ahalinin hoşgörüsüz olduğu neticesine varmaklarla, onları tanzim etmek için harcanan çabalarla bir alakası var. Ama daha çok, sanki müdafaa edilme hakkı olan yegâne hayat tarzı Tophane’ye göz koymuş olanların hayat tarzıymış gibi davranılıp durmasının alakası var.

RTE nasıl hem her şeyden mağdur ama bir yandan da herkesten daha saldırgansa, Türkiye’de sesleri gür çıkanlar da yıllardır hayat tarzlarının tehdit altında olduğundan dem vurup mağduriyet imal ediyor. Ama herkesten daha saldırganlar.

Kaldı ki, pek bir tarzları olduğunu söylemek de zor. Gazete kupürlerinden anlaşılan o ki, makbul mekteplerde edinebildikleri bütün tarz dekolteden ve alkolden, bir de gürültüden ibaret. Yani evet, sanat galerilerine gidiyorlar mesela. Ama galiba sadece kendileri gibiler ile buluşabilmek için. Yoksa, hiç değilse, hiçbir şeyin ilk bakışta göründüğü gibi olmadığını öğrenmiş olmaları gerekmez miydi?

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin