İncek Şeyleri Nereden Çıktı
Önceki gün Ankara’da olanlar, güya lanetleme uğruna, sıradanlaştırılıyor. Zaten biz hep böyleymişiz de, mesela Taybet Ananın cenazesi de günlerce sokak ortasında beklemek zorunda kalmış da…
Geçiniz.
Önceki gün yaşanan kan dondurucu hadise, daha önce yaşadığımız hiçbir şeyi andırmayan bir şey. Biz, önceki gün olanla birlikte bir eşikten daha geçtik —artık her şeyin olabileceği bir yerdeyiz. Her şeyin…
Biz, 15 Temmuz sonrası Hainler Mezarlığı icadı yapıldığında bir eşikten geçmiş, geçen haftaya kadar içinde yaşadığımız zindana girmiştik. Daha karanlığı olmaz gibi görünen yere… Ama neticede o, bir tür devlet icadıydı. Önceki gün olan, devlet denen terör örgütünün denetiminde gerçekleşse de, görüldüğü kadarıyla, sivil bir inisiyatif. Bir anlık bir öfke patlaması filan da değil, örgütlü, planlanmış bir sivil proje. Herhangi bir işe yarar şeyi becerebilecek donanımdan tamamen mahrum olduklarına, mesela bir araya gelip Osmanlıspor’un maçına gitmeye kalksalar maç başlamadan tribündeki yerlerini alamayacaklarına bahse girebileceğimiz şeyler, böyle benzersiz bir kötülük için bu kadar incelikli bir örgütlenmeyi becerebiliyorlar.
Tavsiyem, kendinizi aldatmayın. Arakan’dan, Gazze’den, hatta belki de Kuzey Kore’den daha berbat, daha ümitsiz, daha çaresiz bir yerde yaşıyoruz artık. Erdoğan ve çetesinin cesaretlendirdiği şeyler daha karanlığını yapana kadar, yeryüzünde mümkün olan en karanlık yerde…
31 Temmuz 2016’da şöyle yazmışım:
“Başımıza gelen, her birimizi zehirleyen şey, birilerinin malzemesinden kaynaklanmıyor. Dozdan kaynaklanıyor. Aşırılıktan…
“Türkiye’de bütün ölçüler çoktan kaçtı. Hiçbir şey olağan dozda bir mana ifade etmiyor artık. Bu yüzden çocuğunu kaybetmiş bir anneyi kalabalıklara yuhalatmak gerekiyor. Düşmanları öldürmek yetmiyor, cansız bedenini Akrep’in arkasına bağlayıp cadde cadde gezdirmek gerekiyor. Yatak odalarına girip, aynalara JÖH, PÖH imzaları atmak gerekiyor. Şehirleri yıkmak gerekiyor. Hainler Mezarlığı gerekiyor. İdam gerekiyor. İdam için kalabalıkları şehvetle haykırtmak gerekiyor.
“İşin vahim tarafı şu ki, doz yükseltildikçe, daha da yükseltilmesi gerekiyor. Malzemeleri bizim malzememiz. Ama hiçbir normal insanın göze alamayacağı kötülükleri yapa yapa, birkaç gün önce kendilerinin bile göze alamayacağı kötülüklerden başka çare bulamaz hale geliyorlar.”
Yanılmışım. Önceki gün şahit olduğumuz kötülüğün, “birkaç gün önce kendilerinin bile göze alamayacağı kötülük” olarak tasnif edilmesi bile pek mümkün değil. Bu, başka bir âleme ait bir şey. Bence kendinizi aldatmayın.
***
Akşam’da da bir yazıya şöyle başlamıştım:
“İmam merhumu nasıl bildiğinizi sorduğunda “iyi biliriz” dersiniz, hakkınızı helal edersiniz ya, bunun merhumun işine ne kadar yaradığı meçhul. Sizin ise çok işinize yarar.
“Gelenekten süzülüp gelen bilgeliğe göre, sağlıklı ve uzun bir ömür sürmenin ilk şartı, size yapılan kötülükleri ve sizin yaptığınız iyiliklerini unutmaktır. Neden öyle olduğunu bugün, nöropsikolojinin bulgularıyla açıklamak çok zor değil. Ama nöropsikolojiye müracaat etmeden de bir şeyler söylenebilir. Kendini alacaklı hissetmek can yakıcıdır. İçten içe çürütür insanı.
“Alacaklarınızdan feragat etmekle alacaklarınızı kaybedersiniz ama bir hayat kazanırsınız yani. Aslında alacaklı olmadığımızdan söz etmiyorum. Değiliz ama anlaşılan, insanlara düzgün bir bilanço çıkarttırmak, borçlarının alacaklarından fazla olduğunu göstermek hepten zor. Cenaze namazı marifetiyle hesap defterlerini yaktırmak ise daha mümkün.
“Musalla taşında yatanı tanımanız şart değil. Hatta tanımasanız daha bile iyi. Çünkü böylelikle, tanıdığınız tanımadığınız herkese helal etmiş olursunuz hakkınızı. Her cenaze namazı, geride kalanlara kendilerini arındırma fırsatı sağlamış olur böylelikle.”
Eğer bir öbür dünyanın mevcut olduğuna inanıyorsanız, ölmüş olan insan oraya gidecek, kaçışı yok. Orada, şaşmaz bir terazisi olan bir hüküm sahibi tarafından hesabı sorulacak. Ölmüş ve kaçamayacağı bir labirente girmiş işte. Eğer inanıyorsan… Artık sana ihtiyaç kalmamış, hesabı görülecek. Hesabını verecek. Sen “iyi bilirdik” dediğinde, senin şahadetinle aldanmayacak, senin bilmediklerini de bilen bir özne var ve her şeyin hesabını soracak.
İncek kabristanında “burası Müslüman mezarlığı” diye arıza çıkaran şeyler, besbelli görülüyor ki, ya Allah’a inanmıyorlar, ya da Allah’ın hesabı —kendilerinin yaptığı kadar— hassas yapabileceğine güvenmiyorlar.
Ve onların tasavvurunda artık, onların kendi tapularına geçirdikleri ülkede bize değil, ölümüze bile yer yok. Sadece yerin üstünü değil, altını da tapularına geçirmişler.
***
“Ben Müslümanım” diyenleri müdafaa gayreti içinde değilim. Müdafaa edilecek bir yanları olduğunu da hiç düşünmüyorum zaten. İslam adına yapılıp edilenleri seyredip duranlar, hesaplarını kendi kendilerine verebiliyorlardır umarım.
“Ben Müslümanım” diyenleri müdafaa gayreti içinde değilim, derdim başka. Adını hatırlamadığım kadının biri, Dawkins’e çıkışırken, mealen, “insanlar Allah’a inanmadıklarında artık hiçbir şeye inanmamaya başlamazlar, her şeye inanırlar” demişti. Dinle, inançla dövüşürken dikkatli olunmalıydı. Neticede musalla taşında yatan insan hakkındaki fikri sorulduğunda “iyi biliriz” diyen insanlar, aha İncek kabristanındaki şeylere dönüştü.
İki ihtimal var. Ya İncek kabristanındaki şeyler hep öyleydiler ve fakat musalla taşındakilere “iyi biliriz” diyenlerin arasından başlarını gösteremiyorlardı. Veya aslında onlar da “iyi biliriz” diyenlerdendiler ve bu hale geldiler.
Ama sanki onlar hep öyleydiler ve “ben Müslümanım” diyen herkes de onlar gibiydi gibi genellemeler yapılıp duruyor. Kötülük, benzersiz kötülük sıradanlaştırılıyor. Bugüne kadar hep öyle yapıldı ve bu ölçekte bir kötülük karşısında bile tökezlemiyor, tereddüt etmiyor malum zevat.
Değildi kardeşim. Kendimi herhangi bir vakit bu memleketin “ben Müslümanım” diyen çoğunluğunun arasında, yanında hissetmemiş olsam da, pekâlâ biliyorum ki, böyle değillerdi. Kendi kendinize yaptığınız manasız çıkarsamalarla, manasız genellemelerle, manasız işler işlediniz. Sebepsiz kötülükler yaptınız —ve o kötülüklerin başında da kötülüğü böyle sıradanlaştırmak vardı. Bu memleketin ırkçılık bilmeyen insanına ırkçı dediniz —esas ırkçılığı siz yaparken. Dindar insanına savaş açtınız.
Ve hâlâ aynı şeyi yapıp duruyorsunuz. Kehanet de kendini doğrulayıp duruyor. Her Matruşkanın altından, daha kötü birisi çıkıyor. Daha önce görülmemiş kadar kötüsü… “Biz biliyorduk zaten, orada o vardı” diyorsunuz. Bilmiyordunuz ve zaten de yoktu. Onları siz yaptınız, yapıyorsunuz. Daha baştan, başımıza gelenlerin hiçbirinin İslam’la, Müslümanlıkla bir alakası yoktu. Erdoğan denen zırcahilin zırvaları ile dövüşeceğinize, Müslümanlığı ile dövüşmeyi seçtiniz.
Neticede…
Allah’ın hesabı kendilerinin yaptığı kadar hassas yapamayacağını düşünüp hesabı kendileri kesmeye karar veren İncek şeyleri gibileri de, “burası Müslüman mezarlığı” diyerek, herhangi bir insanın göze alamayacağı kötülükleri yapıyor. Melih Gökçek adındaki şey mesela, inandığı Allah’a —artık o nasıl bir şeyse— Amerika’ya daha çok kasırga versin diye dua edilmesini talep ediyor.
Siyaset —daha önce defalarca dedim— toplumu dönüştürmek için yapılır. Erdoğan ve Gökçek gibiler siyaset yapıyorlar. Toplumu dönüştürüyorlar. Musalla taşında yatan tanımadıkları insanlar için bile gönülden “iyi bilirdik” diyen ve böylelikle farkında olmasalar bile kendilerini sağaltan insanlardan, aha işte bu şeyleri yaptılar. O insanların müşfik ve affedici Allah’larından, gazabı için dua edilen bir Allah yaptılar. O Allah’ın gazabını bile kâfi bulmayıp, hesabı kendileri görmeye kalkan şeyler yaptılar.
Siz hâlâ “zaten böyleydik, zaten böyleydiler” filan diye geveleyip durun.
İmdi…
Ortada (a) “burası Müslüman mezarlığı” diye yerin altını bile mülküne geçirecek kadar zıvanadan çıkmış şeyler var —ki onlarla aynı türe mensup olmak bile tüyler ürpertici, kan dondurucu— (b) o şeyleri imal ederek kendi hesap tarihlerini erteleme gayreti içinde olan —ve kendisine devlet dedirten— bir suç örgütü var, (c) o suç örgütün suçluluğu ile değil dindarlığı ile dövüşen bir tuhaf okumuş çocuklar güruhu var ve (d) o okumuş çocuklardan korkusuna, dinlerini bu hale getirenlere destek çıkmayı sürdüren, zamanla her biri İnceklileşmekte olan yığınlar var. Hiçbiri muhatabım değil.
Geriye kalan küçük azınlık için tekrarlayayım: Kendinizi aldatmayın. Hep olmuş, hep olmakta olan şeyler değil yaşadığımız. Durmaksızın bir başka eşikten geçiyor, durmaksızın daha karanlık hücrelere sıkışıyoruz.