İranlı Olmak Neye Benzer?
Şehir efsanesine göre, köklü Japon ailelerinden birinin genç oğlu bir trafik kazasında sol kolunu kaybeder. Eksilmeyi içine sindiremez, bunalıma girer. Ailesinin denediği hiçbir şey kâr etmez. Son çare olarak bilge Sennin-San’a müracaat ederler. Bilge delikanlıyı alıkoyar, ailesini yollar.
Derhal sancılı bir eğitim süreci başlar. Delikanlı bilgenin istediği belirli bir judo oyununu öğrenmek zorundadır. Aylarca aynı oyunu çalışır. Bir yandan oyunda gelişme kaydederken bir yandan da haletiruhiyesi yavaş yavaş düzelir. Bir süre sonra oyunda ustalaştığını düşünen delikanlı yeni oyunlar öğrenmeyi isterse de Sennin-San buna izin vermez, aynı oyun üzerinde usandırıcı çalışma sürer. Delikanlı içinden isyan etse de, çaresiz, çalışır, çalışır.
Derken, Sennin-San delikanlıya, büyük bir judo turnuvasına katılacağını bildirir. Delikanlı şaşırır. Bir tek oyunla şampiyonada ne yapması beklenebilir ki? Ama itirazları ustasının kararlılığında küçücük bir çatlak bile açmaz. Çaresiz turnuvaya katılır. Müsabakaları birer birer kazanır. Sonunda şampiyon olduğunda, kendisi bile inanamaz. Şaşkınlık, gurur ve heyecan içinde ustasına koşar, “nasıl oldu bu” diye sorar.
“İki sebebi var” der Sennin-San, “birincisi, bu oyunu herkesten daha iyi yapacak kadar ustalaşmıştın.” “İkincisi” diye sorar delikanlı. “İkincisi” der Sennin-San, “bu oyuna karşılık olarak müracaat edilebilecek yegâne oyun, rakibi sol kolundan tutmaktır.”
Kıssadan çıkarılması beklenen hisse herhalde bellidir: Çok çalışın, ustalaşın. Eksikliklerinizden ve zaaflarınızdan utanmayın, avantaj bile sağlayabilirler. Platonik bir tamlık bence mümkün olmadığından, bu hisseler bana uyar. Yine de müsaadenizle yan sokaklara sapacağım. Bu kıssadan şöyle bir hisse de çıkarılabilir: Gıptayla seyrettiğiniz şampiyonlar, belki de eksik oldukları için şampiyon oldular. En azından bazıları…
***
İran nedir? Bana kalırsa, her şeyden önce “bakmayın şampiyon olduğuna, Batı medeniyeti eksiktir” itirazıdır. Eksikliğin ancak İslam’la ikmal edileceği iddiasıdır. Böyle bir İran’ın, asker-sivil, kadın-erkek, çocuk-yaşlı ayırdetmesi imkânsız olan nükleer silahlar edinmek konusundaki hırsı, kararlılığı, benim havsalamın alacağı iş değil. Yarasaları ve Amerikalıları anlamam ne kadar müşkülse, İranlıları anlamam da o kadar müşkül. (Tedbirli olmakta fayda var: Yarasaların, Amerikalıların ve İranlıların aynı kumaştan dokunduklarını düşünüyor değilim elbette.)
Yalnız şu da var: Amerikalılardan bahsederken sadece Amerikalılar adına karar veren Amerikalıları kast etmediğim, yazıştığım çok sayıda sıradan Amerikalıyı kast ettiğim herhalde aşikârdı. İranlılardan söz ederken aynı konfora sahip değilim, tanıdığım, bildiğim çok sayıda İranlı yok. Belki İranlıların büyük bölümü de, sol kolu olmadığından bir türlü sırtını yere getiremedikleri rakipleri ile eşit şartlarda mücadele etmek için sol kollarını feda etmeyi içlerine sindiremiyordur.
***
Son olarak şunu da belirteyim: İran’ın bomba sahibi olması, Amerika’nın, Rusya’nın ve hele İsrail’in bomba sahibi olması kadar korkutmuyor beni. Amerikalıları da, mesela Kuzey Kore’nin bomba sahibi olması kadar korkutmadığından şüphem yok. Ama İran’ın bomba sahibi olmasından korkmamız lazım. İran’ın bombasının İsrail’in bombasından farklı olduğuna inanmamız lazım. Amerika’ya bu lazım.
Demek ki korkutulacağız ve inandırılacağız.
Cemalettin N. TAŞCI