İslamcılar
Göründüğü kadarıyla İslamcılar mahallesinde işler fena karışmış. Normal şartlarda Genet’i bir defa hatırlayıp susmak lazım gelir.
(Genet kim, nereden çıktı şimdi?
Her vesileyle söyleyip duruyorum… Fransa muhalefetinin yaramaz çocuğu Jean Genet’e, gazetecinin biri, itişip durduğu İçişleri Bakanının istifa etmek zorunda kalması üzerine, ne düşündüğünü sormuş. Genet her zamanki beklenmezliğiyle gazeteciyi ters köşeye yatırmış: Bu beyazların içi işleri, beni alakadar etmez.)
Normal şartlarda Genet’i hatırlayıp susmak gerekir de… Şartlar normal değil. Beyazlar bizi kıyamete götürüyor. Hepimizi… Ama önce bizi…
Önce belirteyim ki, beyazlar lafı durduk yerde aklıma gelmedi. Genet’i “lafı güzel” diye hatırlamadım. Beyaz, AK yani, biliyorsunuz.
Malum zevat, günümüzün beyazları. Kendi mahalleleri dışındakilere her istediklerini yapmaya hakkı olduğuna iman etmiş, yetmez, üstelik bunu yapabilecek kudreti de temerküz ettirmiş olanlara beyaz diyoruz malum. Hani şu üzerine pislik düşse, pisliğin kirleneceği mahlûkata…
***
İslamcılar mahallesi fena karışmış.
Sizin oradan bakınca bütün beyazlar birbirine benziyor gibi görünüyordur ama öyle değil. Beyazlar birbirine benzemez. Mahallede kimler, kimler var.
“Ah, uygun bir deterjan bulsam da ben de aklanıp paklansam, öteki mahallelerdekilere dünyayı dar etsem” hayalleriyle büyümüş bir yığın vasıfsız, ufuksuz zibidi var bir defa —mesela Akit filan gibi isimlerle yayınlanan şeyde pisleyip duranlar gibi. Evlerinin duvarında antika bir kılıcın yanında eski püskü bir pehlivan fotoğrafı duruyor. “Ah dedeciğim,” diye hayıflanıyorlar akşamları kahvelerini yudumlarken o fotoğrafa bakıp, “bugünlerde senin gibi namlı pehlivanlar nerede?”
“Aha, İslamcılar kazanıyor, behemehal mahalle değiştirmek lazım” deyip adres değiştiren çakallar var —mesela Barlaslar filan gibi… Onlarının duvarlarında “peşin satan, veresiye satan” çizimleri var, gerçekliği hiç akıllarından çıkarmasınlar, havanın her an değişebileceğini hiç unutmasınlar diye…
“Oh, mahallemizin itibarı yükseldi ne güzel, şu yeni taşınanlar da iyiymiş, bizim kızı bunlardan birinin oğluna veririz” hesabı yapan kalabalıklar var. Onların derme çatma hanelerinde kendisine fotoğraf çakılacak sağlamlıkta duvar yok. Duvar sağlam olsaydı çakılacak ecdat fotoğrafı da yok zaten. Duvarda, çatlakların en bol olduğu bölümü gözlerden gizlemek için asılmış bir eski kilim var sadece.
Onların tam aksine, “ulan dağdan geldiler bağdakini kovuyorlar” diye yeni gelenlere içerleyen ama emlak fiyatları yeniden düşerse korkusuyla sesini çıkaramayan, yeni gelenlere selam filan vermeyerek kendisinden başka kimsenin fark etmediği protestolarla kendini tatmin eden, bir yandan da protesto edildiği fark edilirse diye aklı çıkan kalabalıklar var. Onların duvarlarında paşa dedelerinin fotoğrafı… Yani “paşa dede” diyorlar da… Anladınız siz onu… Kalemde çalışmış orta seviye bir bürokrattı dede.
Bir de, “dağdan gelmiş” manyaklardan birinin “Mavi Marmara’daki manyaklar” diyerek mahalledeki kavganın fitilini ateşlemesine sebep olanlar var. Mahallede insan sıfatını hak edebilecek belki de biricik grup… Akşam yemeğinden sonra kahvelerini yudumlarken bakıp, bakıp iç geçirecekleri fotoğraflar yok duvarlarında, ayetler, hadisler asılı. Aslında akşam yemeğinden sonra kahvelerini yudumlayacak vakitleri olması da nadir. Ya hasta komşulardan birine koşuyorlardı veya hayırlı bir işe vesile olmaya… Mahallenin itibarı yükselince rahata ermediler. Aksine, “aha kudret ve para bizim elimize geçti, daha çok kişinin derdine derman olabiliriz” diye koşuşmaları arttı.
Daha kimler, kimler var, saymakla bitmez.
“Ulan bu Mavi Marmaracılar mahallenin itibarını, nezahetini sarsıyor, behemehâl bunlardan kurtulmak lazım” diyen dağdan gelmişler var. Son dönemde dünyalığı düzmüş, Mavi Marmaracı komşularından, onların kılıksızlıklarından utanan, dolayısıyla Mavi Marmaracılara saranlara “haklısınız” diye alkış tutanlar var. Mavi Marmaracılardan, kendilerine kendi geçmişlerini hatırlattığı için utananlar da var —“biz de böyleydik, vay çulu düzdük ama galiba bir şeyler kaybettik” demelerine sebep oldukları için onların gözden ırak yerlere postalanmasına destek veriyorlar. “Yahu tamam, kendi evleri dökülürken bulup buluşturduklarını sağa sola saçıyorlar, mahallenin yeni ve nezih hallerine yakışmıyorlar ama onlar bizim antikalarımız, kıyamayız” diyenler var. Mavi Marmaracıların derdest edilmesine başka sebeplerle karşı çıkanlar da var —“dursunlar şöyle gözümüzün önünde, göz önünde olmazlarsa düzenimizi tehdit edebilirler” diyenler mesela… Veya “dursunlar şurada da, ele güne karşı ‘bak ne kadar tahammülüyüz, her türlü çeşitliliğe açığız’ deriz” diyenler.
Kimi arasanız var mahallede.
Her mahalledeki, bilhassa her beyaz mahallesindeki gibi…
***
İslamcılar mahallesinde, duvarında pehlivan veya Osmanlı bürokratı dedesinin fotoğrafı olanlar dışındaki herkes, eve şöyle bir çekidüzen verdikten sonra, duvara bir fotoğraf asma ihtiyacı hissetti. Yani Mavi Marmaracılar hariç herkes —ha bir de duvarlarına “peşin satan, veresiye satan” eskizi dışında herhangi bir şey asmayı asla kabul etmeyenler hariç… Her bir haneye ayrı ayrı bir paşa dede fotoğrafı imal etti birileri. Yanına da birer Reis fotoğrafı asıldı.
Her şey var mahallede yani, İslam hariç. Ha, elbette, eski caminin yerine şöyle gösterişli bir cami inşa edildi. Her vakit şaşaalı törenlerle, hep birlikte camiye gidiliyor filan. Ama Mavi Marmaracılar hariç hiç kimse, İslam’ın daha iyi bir dünya hayal etme aracı olduğunu hatırlamıyor.
Öyle mi?
Pek değil. Mesela pehlivan torunları “ne işte, mahalle dışındakileri dedemiz gibi kündeye getirip duruyoruz ve artık dünya daha iyi değil mi” demekteler. Aşağı mahalledeki zencileri daha çok döverlerse, dünyaları daha da iyi olacak. Kalemdeki memurun torunu, vergi mergi diye zencilerin malına mülküne el koyup mahalleye taşıdıkça… Daha da iyi olacak. İslam vadetmişti zaten, İslam’ın ipine sarılınca, dünya daha iyi olacak. Bakın ne iyi oldu!
Harika!
Geldiğimiz noktada, İslamcılar mahallesinin İslam’ı şöyle bir şey yani: Reis Hira dağındaki mağarasından sesleniyor her gün kırk vakit: “İyiyiz değil mi?” “İyiyiz” diye sesleniyor İslamcılar. “Dünya artık daha iyi, değil mi?” “Daha iyi” diye ses veriyor İslamcılar. İman tazeleme işi tamama erince…
Herkes yağmaya devam etmek üzere dağılıyor.
Siz, İslamcılar mahallesinde ikamet etmeyenler zannediyorsunuzdur ki muhtemelen, yağmalanacak şey azaldı, İslamcıların arasına kara kedi girdi. Bence yanılıyorsunuz. Onlar kıt kanaat geçinmeye idmanlılar. Sizin mahalleden daha iyi şartlarda olsunlar, daha az gelirle de yaşayabilirler. Aza rıza gösteremeyecek olanların, dağdan gelmiş olanların da gidebilecekleri başka mahalle yok. Olmadığı sürece, yaptıkları parazitin de bir hükmü yok.
Ee? Neden çıkıyor bu hır gür?
Öyle olur. Faust da dört başı mamur projesini tamamladığında, uzaklarda bir köşede evlerini satmaya yanaşmayan yaşlı çiftin kulübesi göz zevkini bozmuştu. Onları ortadan kaldırmadan huzura erememişti. Mavi Marmaracıların defedilmesine muhtelif sebeplerle itiraz edenler olduysa da, onlar —mahallenin estetiğini bozdukları için— çoktan mahalleden kovuldular. “Beyazlaşamadılar abicim, ne yapalım.”
Şimdi ak pak bir İslamcılar mahallesi var, içinde her şey var, Müslüman yok.
Cem Küçük denen dağdan gelmişin yaptığı şey malumun ilamı yani. Ertuğrul Özkök de beğendi mahallenin yeni halini, içinde Müslüman kalmayınca iyi oldu. “Şu mahallenin adını da değiştirirseniz, tadından yenmez” demekte. Muhtemelen restore edildiğinde şöyle şanına yakışacak bir köşk eskisi filan bakınmaktadır mahallede…