İşsizliğe Karşı

Öğrencilerimden biliyorum, üniversite gençliğinin içinde, hayatın hakkını veren, kıymet bilen birçok delikanlı erkek ve kız var. “Ruhu olan yolda yürünmeye değer” demişti ya Don Juan, kendilerine teklif edilen yolların ruhu olup olmadığını sorgulayan bir çok delikanlı… Deniyorlar, araştırıyorlar ve ruhu olan bir yol bulmaya çalışıyorlar.

Yolların ruhu olabileceğini aklına bile getirmemiş, hayatında herhangi bir şeyi aramamış, ama her nasılsa her şeyi bulmuş olan ebeveynleri, hocaları ise, onlara tepeden bakıp karne verip duruyorlar: “Okumuyor bunlar, apolitikler, falan, filan.” Bunları söyleyenler, onların yaşındayken, okumadıklarını söyledikleri çocuklar kadar okumuş değiller. Zaten şimdi de dişe dokunur bir şey okuyor değiller. Politikadan anladıkları da… Neyse.

***

Öğrencilerimden zaten biliyordum ama kızım bir operasyon geçirince, gençlere duyduğum güvenin ne kadar haklı olduğuna dair daha somut gözlemler yapma şansım oldu. Operasyondan önce ve sonra, kızımın —yüz yüze veya İnternet üzerinden— arkadaşlarıyla kurduğu ilişkinin ne kadar sağlıklı ve doyurucu olduğunu gördüm. Kendisini ziyarete gelen arkadaşlarının insani derinlikleri gözlerimi yaşattı.

Bir tek somut misal vereyim, kâfidir. Anestezinin etkisi geçince, kızım —zorlukla konuşarak— yanında getirdiği kitabı istedi. Onu bulmam zordu, çaresizlik içinde, az önce kızım yarı baygınken bir arkadaşının getirdiği kitabı “bu olur mu” kabilinden gösterdim. Kitaba bakmadan olmazlandı. Herhalde kendi kitabını nerede bulacağımı tarif edecekti ki, kitaba gözleri takıldı. Gözleri ışıl ışıl oldu. Kitabı, yeni doğurduğu bebeğini kucağına alan bir anne gibi, kucaklarcasına aldı.

O şartlardaki bir insanın gözünün içini neyin güldüreceğini tahmin edebilmek nasıl bir meziyettir? Böyle arkadaşları olmak nasıl bir nimettir?

(Sözünü ettiğim kitap, İhsan Oktay Anar’ın Kitab-ül Hiyel adlı kitabı. Bu vesileyle kendisine de, kızımın gözlerinin içini güldürecek kitaplar yazdığı için şükranlarımı sunarım.)

***

Gençler zengin ve doyurucu hayatlar kurabiliyorlar. Ancak yine de, tuhaf bir biçimde, kendilerini sevmiyorlar. Kendilerinden memnun değiller. Çok memnun, çok mutmain olmamaları elbette fena bir şey değil. Ama bu kadar memnuniyetsizlik de doğru değil.

Neden bu memnuniyetsizlik? Çünkü üzerlerinde maddi ve manevi otorite kurmuş olan, bir sebeple kendilerine güvenilmesi gereken yetişkinler onları hiç beğenmiyor. Dolayısıyla da gençler hep kendilerine tekrarlanıp duran eksikliklerini, kusurlarını görüyorlar. Yazık.

***

Yazık, çünkü her şeyden önce kusursuzluk, eksiksizlik kabil değil. Ayrıca onları horlayıp duran büyüklerin kusurları, günahları çok daha fazla. Mesela kızımın akranları, kızım operasyon geçiriyorken, İstiklal Caddesinde “İşsizliğe karşı gençler meydana” diye bağırarak yürüyorlardı. Besbelli ki, kendilerini aşağılayıp duran büyüklerinin gözüne girebilmek ümidiyle, onların peşine takılmışlardı. Ruhu olan kendi yollarını aramaktan caymış, ruhunu çoktan teslim etmiş olan, çoktan çıkmaza girmiş bir yola, sırf büyükleri de bir vakitler o yoldan yürüdüler diye girmişlerdi. Büyüklerinden aferin alabilmek için kendilerini kurban etmişlerdi.

İşsizlik var mı? Var. İş olsun diye icat edilen lüzumsuz işler olmasa, yapılmadığında hiçbir şeyin eksilmeyeceği manasız işler olmasa, daha da çok işsizlik olacak. Ama hiçbir mal veya hizmet eksik değil, eksilmeyecek de…

O halde neden ille de iş isteyelim? Üretilenleri daha makul bir tarzda üleşelim, her birimiz ücreti olan değil, ruhu olan işler yapalım. Mesela Wikipedia’da maddelerin altını dolduralım, depremde arama ve kurtarma eğitimi alalım, İspanyolca, Arapça öğrenelim, eski çeşmeleri restore edelim, şehrin göbeğinde müzik yapalım, özürlü çocuklara arkadaşlık edelim, akranları seyrelmiş yaşlılara yoldaş olalım, çaresizlere çare olalım…

Çok daha iyi olmaz mı?

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et