İsveç’te Neler Oluyor?
Trump geçen hafta yaptığı mitingde “Dün gece İsveç’te ne olduğuna bakın, kim inanırdı buna?” demiş, İsveçliler İsveç’te ne olduğunu pek merak edip Büyükelçilikleri aracılığıyla sormuşlar. Eh, “ne oldu, söyleyin de biz de öğrenelim” kıvamında değil de “ne demek istiyorsun, biz de bilmek istiyoruz” diye sormuşlar ama itiraf edin çok eğlenceli bir faza geçtik. Herkesin kafası iyi…
İsveç çok sayıda sığınmacı kabul etmiş, hiç hayal etmedikleri kadar sorunla karşı karşıya kalmış Trump’a göre. İsveç’in çok sayıda sığınmacı kabul ettiği bir gerçek değil mi? Çok sayıda sığınmacı demek, Trump’ın kafasındaki nöron bağlantılarına kalırsa, hayal bile edilemeyecek sorunlar demek. Teori öyle diyor. Siz teoriden daha iyi mi bileceksiniz? Teori ve lider bir araya geldi miydi…
Eğlence…
Her güzelim teori pis bir gerçekliğin taarruzu altında ya, Trump’un teorisi de bu taarruzdan muaf değil. İsveçliler bilmiyor, başlarına gelen hayal bile edilmeyecek sorunlar neler…
***
İsveç’in çok sayıda göçmen kabul ettiği bir gerçek. Çok sayıda göçmen kabul ederek de on milyonu geçmişler. Sonunda olmuş, Evrim Coşar Bilgin’in Stockholm’den bildirdiğine göre (http://www.birgun.net/haber-detay/neden-olmasin-144918.html). Yazıdan anlaşıldığına göre on milyonu geçmeyi çok istiyorlarmış, neredeyse bayram ilan etmişler on milyonu geçtikleri günü.
Bilgin bildiriyor, Metro gazetesi, bu vesileyle, başka neleri başardıklarını da sıralamış. 2004’ten 17’ye sigara içme, alkol tüketme, oy kullanmama, hırsızlık, yoksulluk gerilemiş. Dişlerine de daha iyi bakıyorlarmış. Bilgin şöyle tamamlamış yazısını: “Toplum bir şey yapar, birlikte yapar… Olur, sonra oldu deriz.”
Bilgin’in hakkını yemeyeyim, “ah, Türkiye de İsveç gibi olsaydı” gibi bir duygu geçmedi bana yazıdan. Ama yazıyı okuyanların çoğunun içinden geçmiştir bana kalırsa. Muhtemelen Yılmaz Özdil, Bekir Coşkun, Mine Kırıkkanat filan gibiler yazıyı okumuş ve —lüzumu halinde kullanılmak üzere— arşivlemişlerdir. Yeri geldiğinde bir tokat gibi suratımıza çarpıp, “sizden adam olmaz, ah memleket bize terk edilecekti ki…” diyeceklerdir bir biçimde.
Ama Bilgin “memleketi Özdillere, Kırıkkanatlara bıraksaydık” dememiş, “toplum bir şey yapar, birlikte yapar” demiş.
***
Toplum? Birlikte?
İsveç’te iki yıl önce başlayan bir deney bugünlerde sona erdi. Deney, sekiz yerine altı saatlik mesainin nasıl neticeleri olacağı hususunda idi. Deney beni neden ilgilendiriyor? Beni bilenler bilir, Gorz’un izinden giderek, işin kıt kaynak olduğunu, daha adil paylaştırılması gerektiğini söyleyip duruyorum yıllardır. Mesai saatlerinin kısaltılması da işin daha adil paylaşımının yollarından biri. Hatta iş diye tarif ettiğimiz şeyi ücretli faaliyetlerle sınırladığımızda, belki de biricik yol.
Ne netice çıkmış? Pilot projede yer alan çalışanların daha verimli olduğu, daha az hastalandığı filan ölçülmüş. Pilot proje az sayıda kurumu kapsadığından az sayıda kişiye yeni iş imkânı da çıkmış ama… Pahalıymış. Kısa vadede yaygınlaştırılması öngörülmüyormuş. Yine de, anladığıma göre, teferruatlı rapor henüz hazırlanıyor.
Derdim —şimdilik— bunlar değil. Derdim şu: İsveç’te mesai saatlerinin kısaltılmasını bir politika olarak belirleyen parti, ülkenin son derece küçük partilerinden biri ve bildiğim kadarıyla ondan başka da bu konuyu zorlayan yok. Ama kimse çıkıp “siz kimsiniz kardeşim” dememiş, “millet yetkiyi bize verdi, biz sizden daha iyi biliriz” dememiş, “alın yüzde elliyi gelin” dememiş, “deneyelim” demişler.
Türkiye’de “siz kimsiniz kardeşim” deyip duranın kim olduğu malum.
Ya ondan önce?
Erdoğan çıkmadan önce sahneyi işgal etmiş olanlar, “siz kimsiniz kardeşim” demiyor idilerse de, öyle davranmıyorlar mıydı? “Siz bilmezsiniz, sizin için doğrusunu biz biliriz” demiyorlar mıydı? Ülkenin küçük partilerinden biri “sekiz saatlik mesaiyi altı saate indirelim” dese, “deneyelim bakalım” diyecek herhangi bir siyasi otorite geldi mi memlekete? Siyasi otoriteyi geçtim, memleketin Aydınlanmacıları, hep bir ağızdan, “ne deneyi, neyin doğru olduğunu biz biliyoruz, kapa çeneni” demiyorlar mıydı? Deney neymiş? Memlekette herkesin üzerine boylu boyunca yattığı teorileri vardı/var.
Teorileri ve… Liderleri.
Ama aslında toplum yapar, birlikte yapar.
Toplum, yani Türkler ve Kürtler —ve Ermeniler, Rumlar, Yahudiler… Yani Sünniler ve Aleviler —ve gayrimüslimler, inançsızlar… Yani dindarlar ve laikler.
Toplum öyle bir şey. “Beş parmağın beşi bir mi” demişti Necati Cumalı, serçe kuşunun kendisine güvenmesini talep ederken. Kendisi gibi olmayanları, diğer parmakları bariz bir suçlamayla. Eh, beş parmağın beşi bir değil ve hepsi diğer herhangi biri gibi olsa, mesela hepsi Necati Cumalı gibi olsa, biz herhangi bir şeyi kavrayamayız.
Kavrayamayınca da…
Yüz binlerce yıl önce savanlarda, bizden daha hızlı, daha çevik, daha güçlü olan türler tarafından yok edilmiş olacaktık. Beş parmağımız birbirinden farklı, bu sayede nesneleri kavrayabiliyoruz ve beynimiz bu kavrama kabiliyeti sayesinde evrimleşti.
Türkiye’nin başı, beş parmaktan iktidarı ele geçirenin, diğer hepsini kendisine benzetmeye çalışması yüzünden belada. Erdoğan bu hususta ilk değil. Öğretmenleri de belli.
İlk değil ama boynuz kulağı geçti. Öğretmenlerinin hepsini fersah fersah geride bıraktı. Bu yüzden başımız, şimdiye kadar olmadığı kadar belada…
***
Adı İslami Davet olan bir site de vermiş İsveç’in nüfusunun on milyon olmasını (http://www.islamidavet.com/2017/01/20/isvecin-nufusu-tam-10-milyon-oldu/). Yorumsuz vermiş ama neden bu haberi verme ihtiyacı hissettikleri meçhul. Bende kalan intiba şu: Bakın İsveç on milyonu geçmeyi istiyordu, sayemizde geçti. Yani? Korkmayın bizden, göçeriz ve sizin menfaatinize olur.
Başkalarının düzenine eklemlenmekten gayri bir vizyonu olmayan, kendisi başkalarının göçmeyi isteyeceği düzenler kurmayı çoktan ajandasından çıkarmış bir davet.
Çünkü…
Bildiniz siz onu, bütün İslam coğrafyasında teori ve lider…
***
Herhangi bir deney tarafından sınanmayan, sizin dışınızdaki herkesi dışarıda bırakan her türlü teorinize de, bütün liderlerinize de…