İyi, Kötü ve… Basit
Adam Curtis, Bitter Lake isimli yeni bir dokümanter çekti. Dokümantere 25 Ocak’tan itibaren BBC iPlayer’dan erişilebiliyor. Filmin BBC kanallarından birinden yayınlanmayıp iPlayer’dan sunulmasını manidar bulanlar oldu —filmin anlattığı gerçekler kitlelere göre bulunmuyor, sadece İnternet çocukları için uygun bulunuyor denerek. Başkaları, Curtis’in filmi kasten uzun tuttuğunu, bölmediğini, böylelikle broadcasting imkânlarını kendisinin baltaladığını öne sürdüler. Filan.
Filmin ehemmiyeti iddiasında… Gerek filmin tanıtım videosunda ve gerekse Curtis’in kendi blogunda söylenen, özetle şöyle: Politikacılar dünyayı gereğinden fazla basitleştirdiler. Bu kadar basitleştirilmiş haliyle dünya anlaşılabilir, anlamlandırılabilir, kendisiyle irtibat kurulabilir bir şey olmaktan çıktı. Hâlbuki dünya, bize anlatılandan çok daha karmaşık bir dokuya sahip. İyiler ile kötülerin savaş alanından ibaret bir yer değil.
Tanıtım videosunda doğrudan söylenmese de, yukarıda söylenenlerden doğrudan türetilebilecek ve filmin ima ettiği şey de şöyle özetlenebilir: İyi olarak bildiklerimiz o kadar da iyi, kötü olarak bildiklerimiz de o kadar kötü olmayabilir.
***
Curtis’in kastı aslında neydi, elbette bilemem. Ama en azından bir manada muradına ermiş gibi görünüyor, çünkü The Guardian’dan Middle East Report Online’e kadar geniş bir yelpazede, filme kayıtsız kalan neredeyse kimse olmadı.
Ve…
Hemen herkes, filmin “dünya o kadar basitleştirilebilir bir yer değil” mesajına bir biçimde katıldığını öne sürse de, filmi kendi basitleştirilmiş dünya algısının içinde bir yerlere oturttu.
Görünen o ki, basitleştirme, kendisinden kaçınılamayacak kadar elzem bir hal.
Veya…
Basitleştirmeye, onsuz yapamayacağımız kadar tiryaki edildik.
Yani, basitleştirme ihtiyacı ya biyolojimizden kaynaklanıyor veya bazı kötü adamlar bizi basitleştirmeye tiryaki edip uyutuyorlar.
Filan…
***
Beni bilenler bilir, yirmi yıldır kompleks sistemler üzerine kafa yoruyorum. Dünyanın iyiler ve kötüler diye tasnif edilmeyeceğini, şu veya bu terimlerle söylemeye çalışıp duruyorum. Bitter Lake’in bana neden mühim göründüğünü anlamak zor değil yani. Ama Bitter Lake’in kendisi, bir yandan “politikacılar dünyayı olduğundan fazla basitleştiriyor” mesajıyla namlunun ucuna politikacıları yerleştirerek, öte yandan “eskiden böyle değildi” imasıyla nostalji yaparak, dünyayı olduğundan fazla basitleştiriyor.
Birincisi…
Kötü politikacılar-masum yığınlar tasnifi bence haksız. Mezun olduğum bölümün mezunlarıyla İnternet üzerinden yazışırken, yazıp duranların hemen hepsi, her seçimden önce CHP propagandası yapıyor, seçimden sonra da “elim kırılaydı da Baykal’a oy vermeyeydim” diyordu. CHP ve Baykal’a hayatımın herhangi bir anında zerre kadar muhabbet duymadığım halde, bir gün dayanamayıp, “herhangi birinizi Baykal’ın koltuğuna oturtsak iki hafta içinde Baykal gibi davranırsınız” demek zorunda kalmıştım.
Politikacılar Mars’tan gelmiyor. İçimizden çıkıyorlar. “Biz kötüyüz, onlar niye iyi olsunlar” diyor değilim —bu tür laflar edildiğinde genellikle ima edildiğinin aksine… Biz iyi veya kötü filan değiliz, politikacılar da değil. Biz iyi veya kötü davranabiliyoruz, politikacılar da öyle davranabiliyorlar.
Ama zaten temel problem, iyi veya kötü davranışın ne olduğu hususunda ortaya çıkıyor. Sizce iyi olan ne? Kötü olan ne? Neden öyle?
Kendi hesabımca iyiyi ve kötüyü nasıl tarif ettiğimi özetleyeyim: Ölçüyü kaçırmak kötüdür. Belirli bir dozu iyi olan şey, ölçüsü kaçırıldığında kötü olur. Dünyaya dair mesele şu ki, hangi şeyin ölçüsünün ne olduğu, hangi seviye aşılırsa kötülüğün doğduğu, ölçü aşılmadan bilinemez. Dolayısıyla dünya, durmaksızın kötülük üretmek zorunda olunan bir yer. İyi yanı şu: Birileri bir ölçüyü aşıp kötülüğe yol açınca, başkaları onun tecrübesinden öğrenebiliyorlar.
Ölçünün sağlam bir zeminde kazılı olduğu, denemeye lüzum kalmadan bilinebileceği zannı Platonik bir zan. Yani insanoğlu, en azından üç bin yıldır bu zanla birlikte yaşıyor. Ama bu zannın zan olmaktan çıkarılıp ona bir hakikat muamelesi yapılması oldukça yeni bir şey diye düşünüyorum. Üç yüzyıllık filan bir hikâye… Yani mesela şimdi İslam’ın ölçüsünün değişmez bir zemini olduğundan, İslam’ın bilgisine sahip olanların denemeye lüzum kalmadan ölçünün bilgisini de edinmiş olacağından şüphe etmeyenler, bence, tastamam modernleştirilmiş insanlar. Hâlbuki İslam’a göre insan, ümit ile korku arasındadır. Peygamber bile olsa… Bilemezsiniz yani. Denersiniz ve denerken ölçüyü aşmamış olacağınızı ümit eder, aşmış olacağınızdan da korkarsınız.
Neticeten… Politikacılar kötü, biz iyi filan değiliz. Politikacılar, bizim istediğimizi zannettikleri şeyi bize sunuyorlar. Ve biz kompleks bir dünya istemiyoruz. Basitlik istiyoruz. Onlar da dünyayı basitleştiriyorlar.
***
İkincisi…
Dünyayı “eskiden basitleştirmiyorduk ne güzel, ama şimdi basitleştiriyoruz” imasının bence hiçbir manası yok. Dünyayı eskiden de basitleştiriyorduk. Çünkü basitleştirmek zorundayız. Beynimizin biyolojisi öyle dayatıyor. Herhangi birimiz dünyayı olanca karmaşıklığıyla kavrayamaz.
Mesele şu ki, her biri dünyayı aşırı basitleştirmiş birçok insanın bir aradalığından, dünyanın karmaşıklığını kavrayan bir sosyal organizma zuhur edebilir. Hep etti. Demokrasi, bence, böyle bir sosyal organizmanın zuhur etmesinin en efektif aracı. Demokrasi bu yüzden kıymetli.
Demokrasinin bir kriz içinde olduğu iddialarına katılıyorum. Dolayısıyla düne göre bugün daha zor şartlar yaşıyor olabiliriz. Ama bu, dün dünyayı daha az basitleştiriyor olduğumuzdan kaynaklanmıyor. Dün de dünyayı aşırı basitleştiriyorduk. Ve dün de demokrasi adı altında bazı basitleştirmeleri imkânsızlaştırmaya çalışıyorduk. Dün de manasız meleklerimiz ve şeytanlarımız vardı. Şimdi, uzun süredir iş görmüş olan melekler ve şeytanlar artık iş görmüyor. Onları istihdam etmekte ölçüyü kaçırdık yani. Yenilerini icat etmeye çalışıyoruz. Ve bu defa dedelerimizden daha sağduyulu, daha kapsayıcı, daha çok basitleştirme imkânını içinde barındıran bir sosyal yapı arıyoruz.
Biz bulamayacağız ama çocuklarımız bulacak. Çünkü biz denemekten caydık, ama onlar deniyorlar.
Denemeden olmaz.