Kalp Yarası
“’Mazi kalbimde bir yara’ demiş herif. Ulan senin mazinde Gezi var mı? Yok. Olsaydı ‘Gezi kalbimde bir yara’ derdin zaten, hıyar. Ama çatlasınlar, yine yendim onları. Acıttım mı cicim? Acıdı mı? Oh be.”
“Şu bienal lafını ben nerede duymuştum ilk? Boğaziçindeykene? Boğaziçinde ne işim vardı benim? Nasıl girdiydim? Giremediydim. Katsayı, matsayı… Yok, o bizim kızdı. Her ne halt ise. Giremedikse giremedik. Ne var yani. Benim kaç tane doktoram var, biliyor mu onlar? Ben bile bilmiyorum. Doktoraların kaydını tutan bir görevlim var benim. O sayıyor. Ben zaten sayamam. Sayamam dedimse… Pederle valde anlatırdı, daha dört yaşına gelmeden dörde kadar saymayı öğrenmişim ben. Demişler hatta ‘ulan bu kırk yaşına geldiğinde de kırka kadar saymayı öğrenir, adeta bir deha’. Hayat şartları, öğrenemedik. Dörde kadar sayıyoruz, yetiyor. Elimle şöyle dört yaptım mı… Salonda bir alkış, bir kıyamet. Parasıyla değil mi!”
“Dörtten sonrasını sayamamak, simit satarkene, arada bir sıkıntı oluyordu. Ama geçti o günler. Şimdi, ben, damat, oğlan, bir de enişte. Etti mi sana dört. Kâfi. Her işi görüyoruz. Dolar mı düşürülecek, düşürüyoruz. Eğitim sistemi mi düzenlenecek, düzenliyoruz. Gerçi sonra yükseltiyor doları gâvurlar. Eğitim sistemini birileri düzensiz buluyorlar ama bana sorarsan… Lafa bak şimdi, ya kime soracaksın. Elbette bana soracaksın. ‘Düzgün’ diyorum, düzgündür. Yarın torunun başı derde girer, ‘düzeltin’ derim, düzeltirler.”
“Ne diyorduk, şu bienal lafını ilk ben bir yerde duyduydum. ’Kullanalım’ dedim kendi kendime… Daha Gezi yoktu. Ha bu arada, demiş miydim, Gezi kalbimde bir yara. Ama yendim onları. Neyse, bienal lafı diyorduk. Kullanana pek bir hava katıyor gibi göründü bana, ‘kullanalım’ dedim kendi kendime. Böyle de derim ben kendi kendime. Eh, insanın benzeri olmayınca, ne yapsın? Siz bilmezsiniz, kendi kendine der durur. ‘Kullanalım’ dedim, hatta ‘şunun yerli ve millisinden yapalım’ dedim. Yaptık mı? Yaptık. Bir eser de siz koyun be. Her eseri ben mi koyacağım!”
“Neyse ki Mehmet var, bizim oralı. Münasebetsiz bir yerlere koyulacağında, o da yardımcı oluyor. Parası mukabili elbette. Öyle de fazla adama lüzum yok. Abdullahmış, Bülentmiş… Sonra say say bitmiyor. Bir de adam sayıcı tutmak gerekiyor sonra, diploma sayıcının yanında. Tasarruf lazım. Tasarruf bizim yerli ve milli değerlerimizdendir. Lüzumsuz adam istihdam etmeyeceksin. Devletin parası, yetimin şeyi… Neydi ya? Tüyü bitmemiş yetim… Neyse işte.”
“Ama itibarda tasarruf olmaz bak. İtibar neyle ölçülür? Dalkavuk sayısıyla… Bizde de onlardan çok var. Çok. ‘Çok’ dedimse sanma ki dörtten biraz çok. Çok… Saymakla bitmez. Kimine bakan, kimine vekil kadrosundan maaş bağlamışız. Aslında her işi ben, damat, oğlan… Bir de enişte… Götürüyoruz.”
“Yaptık mı bienalin yerli ve millisini? Yaptık. Geçirdik mi Gezicilere bir defa daha? Oh be. Gezi kalbimde bir yara, demiş miydim? Neler yaptılar o Geziciler benim yerli ve milli sanatçılarıma… O Gezi hakkında iyi bir şeyler yazıp çizenler, bak o günden bu yana, herhangi bir devlet işinde yer alamıyor. Devlet bankalarının reklamlarında bile… Alamazlar. Gezi kalbimde bir yara. Hepsini fişledim. Fişlerim. Hesabını da sorarım. Neler yaptılar onlar benim yerli ve milli sanatçılarıma. Dedim ‘üzülmeyin siz, ben size bir bienal yapacağım.’ Dediler ‘bienal ne ki?’ Oh be… Bir ben değilmişim bilmeyen. Ne yapsın garipler? Boğaziçi desen onu da bilmezler. Katsayı, matsayı… ‘İyi bir şey’ dedim, mutlu oldu hepsi. Bana saygılarının, bağlılıklarının arttığını hissettim. İyi oldu.”
“Çatladılar mı? Çatlasalar da patlasalar da yıkarız. Yerli ve milli yıkarız. Bu arada… Şu benim konuşmaları yazan ekip… Sonunda iyi bir ekibim oldu. Eskiden neydi… Neyse. Deneye yanıla, ruhumu okuyan, derdimi benden daha iyi ifade eden, şahane bir ekibim oldu. Gerçi ben yazsam, ‘çatlayın e mi’ demeyi tercih ederdim. Ama bu da fena değil. Hiç fena değil.”
“Gezi diyorduk, Boğaziçi diyorduk. Aslında ben de Boğaziçi’nde okuyacaktım, ‘katsayı’ dediler, vermediler. Şey pardon, almadılar. Ama bak ‘vermediler’ deyince aklıma… O da kalbimde bir yara. Her sabah simidin en tazesini ona ayırırdım ben. Boğaziçili birine vardı, siz bilmezsiniz. Bak şimdi geldi aklıma… Hani kendi kendime bazen diyorum ki, şu Latife’yi —pardon Emine’yi— boşasam… Derim ben kendi kendime… Halden anlayacak kimse olmayınca, kendi sıkletinde kimse olmayınca, dörde kadar saymayı bilen kimse olmayınca… Ne yapsın insan, kendi kendine der, durur. Boşasam, Kemal’i de yenmiş olur muyum? Herhalde olurum da… Emine paralar beni. Nasıl yapmış herif bu işi, hayret. Neyse biz bienale dönelim. Yerli ve milli olanına ama… Bir eser de siz koysaydınız ya kardeşim. Hepsi için beni beklemenin âlemi var mı?”